5 Kasım 2012 Pazartesi

5 Kasım Barut Komplosunu Unutma...







V for Vendetta filmini izleyen herkes istisnasız bir şekilde gaza gelmiş olarak ve sistemin aslında yenilgiye uğratılabileceği fikrinde şüpheyle de olsa bir kesinliğe kavuşmuş olur.

Guy Fawkes adındaki kahramanımızın İngiliz aristokrasisine karşı giriştiği imha odaklı plan, bir arkadaşının ihanetiyle ortaya çıkınca Fawkes önce kılıcını çekip savaşır ama alıkonulmaktan kurtulamaz ve sonunda dar ağacında cansız bedeni sallandırılır.

Film ise asırlar sonra bu olayın intikamını alır gibidir. Fawkes'ın sonuca ulaştıramadığı planı hayata geçirir ve hükümet konağını tarihe gömer. Mutlaka ama mutlaka izlenmesi gereken bir film. Zira umutların tazelenmeye ihtiyaçları vardır...


İşte size sadece final bölümü, ama mutlaka tüm filmi en az bir kere izleyin..

8 Mayıs 2012 Salı

Leyla ile Mecnun - İsmail Abi'den Bakan'ın densizliğine sert gönderme

AK Parti Milletvekili ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in 5 TEDAŞ işçisinin güvenlik önlemleri alınmadığı için bir gölette boğularak can vermesi üzerine Erzurum'un Pasinler beldesine yaptığı ziyaret sonrası, kendisine "seni seviyoruz, geldiğine çok sevindik" diyen vatandaşa "ne bileyim sevindiğini, bi göbek at, iki takla at da görelim" demesine, kendisine sevgi serenatında bulunan vatandaşı oynatmasına tepkiler dinecek gibi değil.

Basından ve Muhalefet partilerinden çeşitli tepkiler görmenin yanında sanat ve mizah alanından da oldukça büyük tepkiler aldı. Bunlardan biri de "Leyla İle Mecnun" dizisinde doğruluk ve dürüstlükle özdeşleşen karakter olan İsmail Abi tarafından dile getirildi. Dizinin bu göndermesi oldukça fazla konuşulacak...

olayla ilgili haberi okumak için:

İsmail Abiden Bakan'a sert gönderme....


22 Nisan 2012 Pazar

Nazım Hikmet



Nazım Hikmet Çalışması. GIMP (GNU Image Manipulation Program) kullanılarak yapıldı. Ticari bir amaç gütmeden ve üretenin emeğine saugı gösterdiğiniz sürece özgürce paylaşabilirsiniz. Aksi halde CC (Creative Commons) lisansının gazabına uğrayabilirsiniz. :)

NAZIM HİKMET - ÇOCUKLARIMIZA NASİHAT


1960 x 2668 piksel abatlarındadır. GIMP (The GNU İmage Manipulation Program) kullanılarak oluşturuldu.

ÇOCUKLARIMIZA NASİHAT

Hakkındır yaramazlık.
Dik duvarlara tırman
                    yüksek ağaçlara çık.
Usta bir kaplan
                        gibi kullansın elin
yerde yıldırım gibi giden bisikletini..
Ve din dersleri hocasının resmini yapan
            kurşunkaleminle yık
            Mızraklı İlmihalin
                        yeşil sarıklı iskeletini..
Sen kendi cennetini
                kara toprağın üstünde kur.
Coğrafya kitabıyla sustur,
seni «Hilkati Âdem»le aldatanı..
Sen sade toprağı tanı
                         toprağa inan.
Ayırdetme öz anandan
                            toprak ananı.
Toprağı sev
                    anan kadar...

1928

15 Nisan 2012 Pazar

ÖZGÜRLÜK FİKRİ ÜZERİNE SERZENİŞ



Öncelikle belirtmek gerekir ki; özgürlük fikrinin ortaya çıkışı rastlantısal ve sebepsiz bir durum değildir.  

İnsanlar doğada herhangi bir sorumluluk duymadan özgürce yaşarken, özgürlük fikri üzerine düşünmeye başlamış olamazlar. Çünkü bir olguyla yüzleşmek için öncelikle onunla karşı karşıya gelmemiz gerekmektedir. Yok olanın farkına varmamız için var olanı bilmemiz yine tersten okuyunca, var olanın farkına varmamız için artık olmayanı bilmemiz gerekir. Yani gözlemlememiz ve bu gözlemden mantıklı çıkarımlar yapmamız gerekir. Dolayısıyla “özgürlük” fikrinin düşünülmeye başlandığı süreçleri onun olmadığı zamanlar olarak algılamamız gerekir. Tutsaklığın varlığının bilincine vardığımız an, özgürlük üzerine düşünmeye başlamış oluruz. Yani özgürlük taleplerimizi, nesnel bir tutsaklığa dayandırırız. Bu dayanak noktaları sadece nesnel olmak zorunda değil elbette. Zira düşünce tarihi nesnel bilginin keşfinden, soyut bilginin düşünülmesine doğru bir gelişme izlemiştir. Dolayısıyla soyut dayanaklar ya da sebepler ileri sürerek de bir tutsaklık sonucuna, oradan hareketle de özgür olmadığımız fikrine ulaşabiliriz.

İşin bu kısmını biraz es geçip yaşadığımız çağın, modern zamanların özgürlük sanısına değinmek gerektiği kanısındayım. Zira özgürlük ve tutsaklık kavramları modern zamanlarda birbirine karışmış deyim yerindeyse “at izi it izi” belirsizleşmiştir.

Kendimizi en özgür hissettiğimiz zamanlarda dahi bir anda farklı bir tutsaklığın esiri olduğumuzu tecrübe edebilmekteyiz. Örnek vermek gerekirse; maddi olanakların güçlü olduğu koşullarda tüketme özgürlüğümüzün varlığından bahsederiz. Dilediğimizce harcayabilir, dilediğimizce tüketebiliriz demektir bu. Dolayısıyla “tüketmek, harcamak” özgürlük kelimesinin karşılığı olmuş demektir bu koşullarda. Buraya kadar bir sakınca görülmese de asıl sıkıntı çoktan var olmuştur artık. Ve işin en acı tarafı şudur ki; modern çağın insanı bu varoluşa engel olmak gibi bir refleks içerisine girmemektedir. Tüketmek için tüketebilecek araçlar edinmeyi, bunun için de kendini (üretimi) araçsallaştırıp tüketimi amaç haline getirmeyi marifet bilmektedir. Bu varoluşların müsebbibi olan büyük firmalar insanların bu reflekssizliğinden istifade edip reklam ve çeşitli kampanyalar yoluyla insanların bu büyük çaresizliğinden faydalanmaktadırlar. Bu onların varlıklarını devam ettirebilmelerinin temel koşullarındandır. Piyasa koşulları tarafından belirlenen bir özgürlük anlayışının egemenliği altındayız ve çoğunluğun bilinci bu koşullarca belirleniyor. Hepsi verili bir toplum içinde kodlanmış bireyler olarak karşımıza çıkıyorlar. Tüm algılarını belirleyen be reflekslerini kontrol eden bu kodlar bilinç altlarına egemen olmuş durumda maalesef. Kirlenmiş zihinlerin temizlenmesi işlemi ise ironik olarak “beyin yıkama” deyiminde anlam buluyor. Beyni kirletilenlerin beynini yıkayan gönüllüler ise bu sistem tarafından dışlanıyor ve verili toplum tarafından kodlanmış bireylerce düşman olarak algılanıyor. Tıpkı bağışıklık sistemi çökmüş bünyeler gibi bilinçsizce meydana gelen bir savunma refleksiyle “beyin yıkama” işini yapanları toplumun dışına itiyorlar. Bu süreç sermaye ve piyasanın özgürlüğünün sınırlarını belirleyen düşüncelerin mimarlarınca açıktan açığa destekleniyor.

Kurtuluşu insanda ve temizlenmiş zihinlerde aramak yerine, kirletilmiş zihinlerin köhnemiş düzeninin bir parçası haline gelmek bedava sirkeden dahi tatlı hale geliyor.

Kısaca vurgulamak gerekirse sıradan bir insanın özgürlük algısını, tutsağı olduğu ve körü körüne bağlandığı toplumsal konum belirlemektedir. Bunu da piyasa koşulları belirlemektedir. Yiyeceğimiz yemekten yemeyeceğimiz yemeğe, hangi etin sağlıklı, hangi yağın sağlıksız olduğuna, ne giyip giymeyeceğimize yine bu piyasa koşulları karar veriyor.

O zaman herkesin ağzına pelesenk olmasına rağmen Özgürlük'ten söz edebilir miyiz? Bence edemeyiz. Zira belli koşullarda özgür olmamız, başka koşullarda tutsak olmamıza bağlı olarak gelişen bir durum. Bu yüzden Özgürlük fikri üzerine yine, yeni, yeniden düşünmek gerek. Hiçbir zaman güncelliğini kaybetmeyecek olan temel meselelerimizden biri olarak Özgürlük Sorunu varlığını sürdürmeye devam ediyor.

13 Mart 2012 Salı

Bugün 13 Mart 2012 ...



Bugün 13 Mart 2012 ...

Yaşadığımız zamanda yeniden basıldığı için güncelmiş izlenimi veren kitaplardan haberdar oluyoruz yaşamadığımız zamanların yaşamından. 1940'lı yıllarda yazılmış ancak ayrıntılarında 1900'lü yılların başı ya da 1800'lü yılların sonundan söz eden edebi yapıtlar, bugünün karma karışıklığından kurtulmamızın anahtarı rolü görüyorlar. Söz konusu kitaplarda hayatı sorgulama, ona bir anlam yükleme ya da bu anlam yüklemenin gereksizliği üzerinden dönen hikayeleri pür dikkat izliyoruz. Bunun sebebi şimdilerde bu durumların farkına bir türlü varamayışımız ve öncelerde yaşanmış hayatlarda bizim bu eksikliklerimizin giderildiğine şahit oluşumuz olduğu düşüncesindeyim. Bu eserlerin evrenselliği çağımızın ruhsuzlaşma gibi bir durumu meydana getirmekteki ustalığı olsa gerek.


Peki yaşadığımız çağdan bakınca daha önceki yaşamlardan edindiğimiz bu deneyimler, zamanın sürekli ilerlediği fikrini sorgulamamızı gerektirmez mi? Bence gerektirir. Modernizmin en büyük sorunlarından biri olduğunu söyleyebileceğimiz bu sürekli ilerleme fikri aslında sıkıntılarımızın, devlet mekanizması karşısındaki ve sosyal sınıflar içerisindeki temelini algılamamızı engellemektedir. Elbette çağın gereklerine uygun kurumlaşmalar gereği ortaya çıkan yeni aygıtlar ve bu aygıtlarla girilen ilişkinin sonucunda ortaya çıkan yeni sonuçlar, bu ilişkinin sürekli anlam ve şekil değiştirmesine de yol açmaktadırlar. Dolayısıyla temelde sabit olan sıkıntılarımızın, çelişkilerimizin farklı algılarla karşımıza çıkması karşısında afallayıp kalabiliyoruz. Bundan ötürü de kadim bir durum olan çelişkilerimizi çağın kimliğine uygun olarak yorumlamaya çalışıyor ve tarihsel sürekliliği gözden kaçırmış oluyoruz. Her çağın bir kimliği olduğu ve bu kimliğin o çağın modernliği olarak algılanması fikrine karşı olmamakla birlikte, her modernitenin farklı farklı algılanmasına karşı çıkmak gerektiğini düşünüyorum. Tarihsel süreklilik ve bu sürekliliğin farkında olma durumu bize refleks geliştirme yeteneği katar diye düşünmekteyim. 

Yaşadığımız çağın ürünü olarak bu çağa ait sıkıntılarla boğuştuğumuz bir gerçek. Ancak süreklilik durumunu gözden kaçırmadan, temel çelişkilerimizin farkında olarak daha az kandırılacağımıza inanıyorum. Bir yanılgılar dünyasında yaşıyoruz ve kandırılmamızın temeli de buradan gelmektedir. Algımız birebir tecrübeden yani nesnel hayattan sanal gerçekliğe kaymış durumda genel olarak. İnsanlarla yüz yüze ilişki geliştirmemizin kanalları giderek kapanıyor. Bunu yapan ne uzaylılar ne bilinmeyen bir güç ne de alın yazısı. Bunun tek sorumlusu bu durumu gülerek, bilerek ve isteyerek karşılayan biz insanlarız. Dört boyutlu bir nesneler dünyasından iki boyutlu bir sanal dünyaya geçişi alkışlarla karşılıyoruz. Ona methiyeler diziyor, hayatımızın her alanına entegre etmek için, büyük ticari tekellerin geliştirdiği ürünleri elde etmek ve yeni modellerin şekillenmesi işinde gönüllü olmak gibi ulvi bir amaca hizmet ediyoruz. Farkında olduğumuzu zannedecek kadar bir farkında olmama durumunun pençesinde bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz. Bu aldatıcı gerçeklik karşısında geliştirilen refleksin gerçek olmasını bekleyemeyiz. Bu aldatıcı gerçeklik karşısında geliştirdiğimiz refleksler nedir dersek, bunların; mutluluk ve isteklilik olduğunu söyleyebiliriz. 

İsteklilik dediğimiz şey, teknolojik bir ürünü hayallerimizin merkezine koymaya duyduğumuz heves ve bunun karşısında duyduğumuz heyecandır. Bu bir arabaya sahip olma fikrinin kişiye verdiği hazdan başkası değildir. Ya da son model bir telefon veya yeni geliştirilen ve daha fazla mobiliteyi amaç edinen tablet bilgisayarlara sahip olma durumu ve bunun karşılığında geliştirdiğimiz sahipliğe dayalı haz buna verilebilecek örneklerden olabilir. Zamanın sürekli ilerlemesi fikri, sürekli, durmadan yeni modellerin piyasaya sürülmesiyle desteklenmektedir. Bir ürün çıktıktan sonra yeni ürün tasarlanmaya ve o ürünün eskidiği fikrini yaymaya başlar. Piyasaya daha yeni bir ürün çıktığında ise artık o eskimiş olur. Ama temelde işlevsel bir farklılık var denilemez. Model değişmiş, işlevselliği genişletilmiş ancak temel işlevinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Bu durum insanlar tarafından alkışla karşılanır. Oysa ellerinde bulunan ürün zaden temel ihtiyacı karşılamaktadır. Ancak bu gerçeklik bir kenara bırakılır ve en yeniye sahip olma fikri onlara egemen olmaya başlar. Bu durum reklamlar vasıtasıyla hissettirilir ve içselleştirilir. Artık yadırganır bir tarafı kalmayan, normal bir davranış haline dönüşür bu durum. Tüketim çılgınlığı denilen bu durum, kapitalizmin insanlığa yaptığı en büyük kötülüktür. Çünkü bu davranış bir kere içselleştirildi mi sadece ürün alışverişiyle sınırlı kalmamakta insan ilişkilerinde de benzer bir davranış hakim olmaya başlamaktadır. Sanal arkadaşlıklar, sanal istekler insanlara egemen olmaya ve onları sürekli tüketmek gibi bir refleks geliştirmeye sevk eder. Bu durumun en acı tarafı şekillendirilen yani sonradan öğrenilen, sahiplenilen bu davranışın bir dürtü, bir iç güdü olarak algılanmaya başlanmasıdır. Piyasayı şekillendiren insandan piyasa tarafından şekillendirilen insana doğru bir değişim demektir bu. İşin en acı tarafı ise kapitalizmin bu ahlaksız durumu alkışlamasına ve pohpohlamasına karşın sosyalizmin bir türlü alternatif haline gelemiyor oluşudur. Zamanın sürekli ilerlemesi fikrini savunan ve modernleşmenin kitlelerin hizmetine ve ihtiyaçlarına yönelik, çevreci ve toplumsal bir yöntem olarak kullanılmasını söyleyen ancak modernizmi kapitalizmin yaptığı gibi bir toplum mühendisliği aracı olarak kullanan, yani teorik ve pratik birlikteliği kuramayan sosyalizmin de insanları bu davranış biçiminden kurtarmasının zor olduğu fikrindeyim. Ancak yine de tüketime yönelik üretim yerine, ihtiyacın karşılanmasını amaç edinmiş bir üretim anlayışından ötürü sosyalizmin daha ahlaki bir üretim biçimini savunduğunu söylemek gerekir. Burada iki ekonomik modelin ahlaki ve gayri ahlakiliğini tartışmak gerekir. Ama karşıtlık ya da savunma güdüsüne kapılma rikinden ötürü bunu bir tarafa bırakmak gerekir sanırım.

Sanallaşan hayatları acılarının ve sevinçlerinin de sanallaştığına şahit olmayı hiç istemezdim ancak bu durumun tiksinti verici gerçekliği karşısında yapacak hiçbir şeyimiz olmadığı da bir gerçek. Beğeniler, mutluluk, sevinç, hoşgörü gibi duygular artık yerini zıtlarına bırakma eğilimindeler. Topluma büyük bir buhran hakim oluyor hızlıca. Çekememezlik, kıskançlık, kin ve nefret alışıldık davranışları meydana getiriyorlar. İki insanın bir birinden nefret etmesine, düşman olmasına değil de birbirlerini sevmesine, saygı duymasına şaşırıyoruz artık. Hoş karşılanan iyi duygular artık garipsenen durumlara dönüşüyor. İnsan duygusal bir türken giderek mekanik bir davranışlar yumağına dönüşüyor. Mekanikleşen ve kronikleşen eğilimler, toplumda var olan her türlü güzel (estetik anlamda değil) durumu tüketme eğilimine girmiş oluyor. İnsanlar iyiden örnek almayı değil, onu hızlıca deneyimlemek ve sadece yüzeysel bilgi kaynağı haline sokarak içselleştiriyor. Onu sanallaştırıyor sadece. 

Sadece tüketiyor. Tüketiyor, tüketiyor ve sonunda ondan ortaya hiçbir şey kalmayıncaya kadar tüketiyor. Daha sonra da ondan bihaber yaşamaya devam ediyor. Doğru ya, tükenen şey algılanamaz artık. Algı yoksa, imge de olmaz. İmge canlanmıyorsa algı da körelmiş demektir artık. Bu körelme sonucunda insan algısız bir şekilde zombiler gibi dolanmaktan, hissetmemekten, algılamamaktan başka yani bir et yığınından başka hiçbir şey olmamış oluyor. Bu durum insanlık için en büyük tehlikelerden biridir. Algısını ve hassasiyetini yitirmiş bir toplum artık sadece bir sürü halini almış demektir. Nesnel dünyayla bağını kopartmış kişi ise yalnızca gündemden haberdar ama eksik boyutlu biri demektir. Algısını yitirmiş, toplumsal olaylara duyarsız biri demektir.

Bugün 13 Mart 2012 ...

En başta bugün okuduğumuz kitapların geçmişi deneyimlememizi sağladığını, yazıldığı çağı ya da öncesini konu almakla tarihi sürekliliği sağladığını bu nedenle de sürekli ilerlemenin aslında bir yanılgı olduğunu anlattığını söylemiştim. Bunun tarihsel sürekliliği görmezden gelerek, modernitenin yanılgısına saplanma eğilimine ve öğretisine karşı önemli bir deneyim olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu modernist öğretinin dayanağı ve kaynağı olan kapitalizmin insanların gerçekle olan bağını koparmasına değinip, tüketim çılgınlığının nasıl bir algı körelmesine yol açtığını ifade ettim. Algılanan şeyin ise nasıl bir deney malzemesi yapıldığını, fütursuzca tüketilen şeyin nasıl bittiğini ve bu bitişin insanda nasıl bir algı körelmesine yol açtığını ve bu insanların duygusal yönden ne denli yok olduğunu söyledim. Ortaya sunacak bir reçete olmaması en azından tercih edilebilir bir reçetenin olmaması bu toplumsal hastalığı ortadan kaldırmanın önündeki en büyük engel. Çağın vebası Kapitalizm, tüm pisliğiyle birlikte yok edilmeli diye düşünüyorum.

Tüm yukarıda yazılanlara bir örnek vererek bir durumun nasıl tüketildiği anlatabiliriz.

Bugün 13 Mart 2012...

Bugün Sivas'ta yaşanan 33 devrimci aydın, 2 otel personeli ve 2 katliam ortağı toplam 37 kişinin yanarak can verdiği Sivas Katliamı davasının zaman aşımı sebebiyle düşürülmesi olayına tanık olduk. Daha önce birçok adaletsizliğe daha tanıklık ettik. Yaşadığımız çağın olağanlaşmış suçlarından bazılarıydı bunlar. Kitlesel tecavüz, Kadın cinayetleri, Katliam olayları, Adam öldürme, İnsan yakma gibi bir çok suç hatta insanlık suçu Türkiye yargısı tarafından zaman aşımı ya da görevsizlik gibi maskelerle maskelenerek aklanıldı. 

Tarihe not düşüyoruz...  

Bugün 37 kişinin yakılarak öldürülmesi davasının düştüğü gün. Ben bu durum karşısında bir damla dahi şaşkınlık içerisinde değilim. Çünkü daha önce, Maraş katliamı ve Çorum katliamı gibi olaylarda da aynı sonuç yaşanmıştı. F Tipi Hapishanelere geçiş için girişilen "Hayata Dönüş Operasyonu" sonucu onlarca devrimci mahkumun öldürülmesi olayı da benzer bir sonuçla sonuçlanmıştı. Küçük uygulayıcılar kısmi cezalar alsa da katliamları yaptıranlar hep aklandı. Aklanan bu katliamcılar ise ya terfi ettirildi ya da daha önemli katliamların yapılması için devlet tarafından fedai olarak kullanılmaya devam etti. Şimdi benzer bir durumla karşı karşıyayız. Geçmişte yaşanan bu deneyimler bugün yaşananların göstergesi olmak için yaşanmış sanki. O gün yaşananlar için adalet bulamayanlar bugün neden adalet bekliyor bir türlü anlamıyorum.

...

Şimdi yaşanacak en acı şey ise bu durumun da diğerleri gibi bir eylem takviminin parçası olmaktan öteye gidemeyecek olmasıdır. Sanallaşan tepkiler çığ gibi büyüyecek ama hiçbir zaman bir Tahrir meydanı benzeri eyleme dönüşemeyecek. Çünkü sanal alemde sürekli deneyimlenecek, sürekli tüketilecek ve insanların öfkelerinin körelmesine yol açacak. Bu da eylem takvimlerinin bir gün daha kazanmasına yarayacak ancak. Bunun karşısına geçmemiz gerekiyor. Bunu da tüketim çılgınlığını, bu durum tüketimini, bu trajediyi engelleyerek yapabiliriz diye düşünüyorum. Tek veya iki boyutlu sanal dünyadan çıkıp gerçeğin ta kendisiyle yüzleşerek ancak bundan kurtulabilir, bu adaletsizliği ortadan kaldırabiliriz. İnsanların bu acıyı, bu adaletsizliği tüketmesine izin vermeyelim. Çünkü bizden sonra yaşayacak nesiller bizim deneyimlerimizle haberdar olacaklar tüm bunlardan. Biz bu deneyimi nasıl algılarsak onlar da öyle algılayacaklar. 



28 Ocak 2012 Cumartesi

Turgut Uyar - Geyikli Gece

Turgut Uyar

Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

5 Ocak 2012 Perşembe

Karl Marx'ın Karısına Yazdığı Mektup



İnsani duyguların en saf ve temizlerinden biri kuşkusuz sevgiliye olan aşktır. Pek çoğumuz hayatımız boyunca en az bir defa bu hazzı yaşar ve hayatımızın geri kalanı boyunca anımsarız.


Bir insana olan bağlılık, bağımlılık değil, muhtaciyet değil, bağlılık; insana yüklediği sorumluluk ve mahcubiyet hisleriyle birlikte kişiye en yoğun duygusal anları yaşatır. Böyle anlarda en sert görünümlülerimiz, en duygusuz zannettiklerimiz dahi içlerinden gelen hislerin, düşüncelerine hükmeden sevginin ve aşkın esiri oluverebiliyorlar.

Karl Marx asla duygusuz bir insan değildi, -ki duygusuz biri olsa tüm yaşamını başka insanların, ezilenlerin, hakları yenenlerin yani işçilerin, emekçilerin hakları için feda etmezdi-. Hayatı boyunca, dünyanın en çalkantılı olduğu dönemlerde  siyasal ve sosyal bir birlikten, liderlikten yoksun olan işçi sınıfının mutluluğu için çaba sarfetti. Enternasyonal'i kurdu ve ilk kez işçileri, Burjuvazi karşısında ciddi bir güç haline getirdi diyebiliriz. Marx'ın yaptıkları bunlarla sınırlı değil ancak burda anlatılacak kadar da kısa değil. 

Marx'ı aşk ve sevgi temalı bir yazıya konu etmemize sebep olan şeyi paylaşmanın zamanı geldi artık. Karl Marx'ın İngiltere'de sürgündeyken karısına yazdığı duygusal ve hayranlık uyandıran mektubunu sizlerle paylaşacağım. Bu daha öncelerde defalarca paylaşılmış bir veri olabilir, ancak internetteki milyonlarca gereksiz ve saçma sapan bilgi kirliliğine karşın, işe yarar ve insanlık dersi verici nitelikteki bu tarz verilerin çoğalması açısından bir katkım olsun istiyorum.

İsmail Kılıçarslan'ın Meksika Sınırı programında okuduğu mektub, duygusal olanlarımızı ağlatabilecek öğeler içermektedir. Kalp rahatsızlığı olanlar lütfen uzak dursunlar :)

İyi dinlemeler...

"Yürekten sevdiğim,
Sana yine yazıyorum çünkü yalnızım ve çünkü kafamın içinde seninle konuşurken senin bunu bilmiyor, ya da karşılık veremiyor olmana katlanamıyorum.

Kısa süreli ayrılıklar iyi oluyor, çünkü hep bir arada olunca her şey ayırt edilmeyecek kadar birbirine benzemeye başlıyor. Yan yana durduklarında kuleler bile cüceleşirken, alelade ve ufak tefek şeyler yakından bakınca kocamanlarmış. Küçük tedirginlikler onlara yola açan nesneler göz önünden kaldırıldığında yok olabilir. Yan yanalık dolayasıyla sıradanlaşan tutkularsa mesafenin büyümesine yeniden büyüyüp doğal boyutlarına dönerler. Aşkımda öyle...

Zamanın aşkımı tıpkı güneş ve yağmurun bitkileri büyüttüğü gibi büyütmüş olduğunu anlamam için senin bir an, sırf rüyada bile olsa, benden koparılman yetiyor. Senden ayrılır ayrılmaz sana olan aşkım bütün gerçekliğiyle kendini gösteriyor: O, ruhumun bütün enerjisiyle yüreğimin bütün kişiliğini bir araya getiren bir dev. Böylece yeniden insan olduğumu hissediyorum çünkü içim tutkuyla doluyor. Araştırma ve çağdaş eğitimin bizi kucağına attığı belirsizlikler ve bütün nesnel ve çzel izlenimlerimde kusur bulmaya iten kuşkuculuk bizi küçük, zayıf ve mızmız kılıyor. Ama aşk Feurbachvari insana aşk değil, metabolizmaya aşk değil, proletaryaya aşk değil, sevdiğine aşk, yani sana aşk, insanı yeniden insanlaştırıyor...

Dünyada çok dişi var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı, hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü bir daha nerede bulabilirim? Senin tatlı çehrene sonu gelmez acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı yüzünü öptüğümde acıyı öperim.

Hoşçakal canım. Seni ve çocukları binlerce kere öperim.
Senin, Karl

Manchester, 21 Haziran 1865"


Müşir Fuat - Lepra (seslendiren: İsmail Kılıçarslan)




 

Topu uzak arsaya kaçmış
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Ağzımdaki şekere benzer
Dualar ederim

Tatlı, yapışkan
Çabuk biten
Diş çürüten

Hafriyat çamurundan telsiz yapan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Kirlenen ellerimle bile
Seni özleyebilirim

Küçük, uzak
Özensiz

Bulduğu her parayla bakkala koşan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Aldığım en büyük hazzı
Seninle paylaşabilirim

İç içe ve yüksek
Hızlı ve gergin
Kolay gelen, eşsiz

Çayını açık içen
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Büyüklere görünmeden
Bi sigara yakabilirim

Seninle ya da sensiz
Öksürüklerle
Düzensiz

Okumaya erken başlayan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Bu zeki gözlerimle
Seni öpebilirim

Titrek ve ışıltılı
Dalgın ve unutkan
Bedelsiz

Basamakları atlayarak çıkan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Dengemi kaybedersem
Sana düşebilirim

Sağlıksız ve korkulu
Çekingen, kırık dolu
Sahipsiz

Kelimeleri yutarak konuşan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Ağzımı tamamlayabilirsen
Çok teşekkür ederim. .

2 Ocak 2012 Pazartesi

Özgür yazılım, Sosyal, Siyasal ve Etiktir..

  Richard Stallman

 

Özgür yazılım ve daha fazlası için : http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96zg%C3%BCr_yaz%C4%B1l%C4%B1m

 

Özgür yazılımın kurucusu Richard Stallman, EMO Ankara Şubesi, LKD, INETD ve Ankara Barosu Bilişim Kurulu`nun düzenlediği etkinlik ile Ankara Barosu Eğitim Merkezi`nde 27 Şubat 2011 Pazar günü `Özgür Yazılım ve Özgürlüğünüz` konulu bir konuşma yaptı. Stallman, konuşmasında, özgür yazılım hareketine katılmanın bilgisayar kullanıcılarının kendi bilişimlerini kontrol etmelerine olanak sağladığını vurgulayarak, genelde, Linux çekirdeği ile kullanılan GNU işletim sisteminin bu özgürlükleri nasıl erişilebilir kıldığı anlattı.
 
 
EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Pektaş açılış konuşmasında şunları söyledi, "Değerli özgür yazılım dostları EMO Ankara Şubesi olarak herkesi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. EMO bünyesinde bilgisayar mühendisleri, elektronik mühendisleri, biyomedikal mühendisleri, bilişim alanlarında çalışanlarını da elektrik mühendislerinin yanı sıra barındırdığı için bizim alanımıza girmekte. Bu alanda yapılan her türlü etkinlik tarafımızdan desteklenmekte. Ülkemizin ya da dünyanın bir çok yerinde zaman zaman özgürlüğün ya da başka kavramların kolaylıkla çarpıtıldığını görebiliyoruz. En güncel örneklerinden belki birisi Akdeniz`in karşı kıyısında birilerinin kontrolündeki isyanlar. Tıpkı yıllar önce Türkiye`de bir yöneticinin ‘Bu ülkeye şu düşünce gelecekse onu da biz getiririz` dediği gibi şimdi birileri de  ‘buralarda isyanı bir çıkartırız biz kontrol ederiz` diyorlar.  O anlamda burada özgür bir hareket var. Bu hareketin en önemli kişilerden birisi olarak düşüncelerinizi bizimle paylaşmayı kabul ettiği için Stallman`a teşekkür ediyorum. Burada özgür bir hareket var. Benzer etkinlikleri bay Stallman ile yapmak istediğimizi ilettim memnuniyetle karşıladı. Umarım bundan sonra tekrar aramızda olur.Hepinize bu etkinliğe katıldığınız için teşekkür ediyorum."
Linux Kullanıcıları Derneği Onursal Başkanı Mustafa Akgül de açılışta yaptığı konuşmada şunları söyledi; "Bu toplantı aslında bize bir görev veriyor. Özgür yazılıma gönül veren kuruluşlar olarak, İstanbul`a gelenleri Ankara`ya taşımak, ondan bağımsız olarak Ankara`ya birilerini getirmek konusunda üzerimize görevler düşüyor.

Özgür yazılım hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Özgür yazılım hareketi yazılımın ötesine geçmiş durumda. Özgür yazılım sosyal hareketlere, insanların bağımsızlık ve özgürlük hareketlerine destek veriyor. Özgür yazılım internet ile iç içe geçmiş, insanlığın geleceğine önemli katkıları olan bir durum. Bütün dünyada insanlar daha fazla özgürlük, yönetime katılmak ve refahtan pay istiyorlar. Özgür yazılım insanlığa bunları sağlamaya yönelik araçlar veriyor. Biz de bu çabanın parçası olmaktan onur duyuyoruz."
"Özgür yazılım özgürlüğe saygı gösteren yazılımdır"
Açılış konuşmalarının ardından söz alan özgür yazılımın kurucusu Richard Stallman özgür yazılımı "özgürlüğünüze saygı gösteren toplumunuza saygı gösteren yazılımdır. Bu fiyatla ilgili bir şey değildir, özgürlükle ilgilidir" diyerek tanımladı ve şöyle konuştu; "Özgür yazılımda ifade edilen ‘özgür` ifadesini özgür ifadesi olarak almalıyız. Türkçe`de bu anlam çok açık, özgür dediğinizde hiç kimse İngilizce`deki bedava, ücretsiz anlamını çıkarmayacaktır. İngilizce konuşurken bunu her konuşmamın başında açıklamam gerekiyor. Eğer bir program özgür değilse buna özgür olmayan yazılım veya özel mülk yazılım, kullanıcıları baskılayan yazılım diyoruz. Çünkü özgür olmayan program dijital sömürgeleştirme yaratıyor. Bu yolla da her sömürgeci sistem gibi böl ve yönet politikasını güdüyor, kullanıcıları bölüyor ve çaresiz bırakıyor. Bölünüyorlar yazılımı paylaşmaları yasak çaresizler çünkü kaynak koduna erişimleri yok, programı değiştiremiyorlar. Hatta programın gerçekte ne yaptığını inceleyemiyorlar. Bu programlarda kötü özellikler var bunları keşfetmek zor çünkü kaynak kodlarını bulamıyorsunuz.

Özgürlüğünüze saygı gösteriyor dediğimde kastettiğim çok genel. Siz kullanıcı olarak 4 temel özgürlüğe sahipseniz program özgür yazılımdır. Sıfırıncı özgürlük programı istediğiniz gibi çalıştırma özgürlüğünüzdür. Birinci özgürlük kaynak kodunu inceleme ve değiştirme özelliği bu şekilde bilgisayardaki işlemlerinizi istediğiniz gibi yapabilirsiniz. İkinci özgürlük diğerlerine yardım etme özgürlüğü. Aynen kopyaları istediğiniz gibi diğerlerine dağıtabilme özgürlüğüdür. Üçüncüsü toplumunuza katkıda bulunma özgürlüğü. Dördüncü özgürlük modifiye ettiğiniz versiyonları diğerlerine istediğiniz zaman dağıtabilme özgürlüğüdür.
Bu özgürlükler istediğiniz zaman yapabileceğiniz özgürlüklerdir.
Kaynak kodunu incelemek zorunda değilsiniz, istediğiniz zaman değiştirebilirsiniz. Önemli olan nokta isterseniz dağıtabilme özgürlüğünüzün olması. Versiyonunu modifiye ederseniz dağıtma hakkına sahip olmanız önemlidir.

Eğer program size bu 4 özgürlüğü veriyorsa özgür yazılım diyoruz çünkü bunu dağıtma ve kullanma sosyal sistemi etik, çünkü özgürlüğe ve sosyal dayanışmaya saygı gösteriyor. Bu özgürlüklerden en az biri yoksa ya da yetersizse bu programa özgür olmayan yazılım diyoruz ki bu yazılım etik olmayan bir sosyal sistemi kullanıcılarına empoze ediyor." 

"Özgür yazılım ile özel mülk yazılım arasındaki fark sosyal, etik ve siyasidir"
Özgür yazılım ve özel mülk yazılım arasındaki farkın sadece teknik olmadığını vurgulayan Stallman, özgür yazılım programlarda kötü özellikleri olma olasılığının daha düşük olduğunu kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü, " Özgür yazılımla özel mülk yazılım arasındaki fark sosyal etik ve siyasi bir farktır. Programı kullananların içinde yaşadığı sosyal sistemle ilgili. Özgür yazılım programı kullanmanın amacı geliştirmedir, kullanıcılar bunu anlamaya geliştirmeye diğer kullanıcılara dağıtmaya hak sahibidirler. Özel mülk programını kullanımı, geliştirici ilerici değildir bağımlılık yaratır. Bu sosyal bir sorundur. Bunu yapmanın yolu özel mülk yazılım programlardan kurtulmaktır. 

Özgür bir yazılım yapmak topluma katkıda bulunmaktır. Ancak özel mülk yazılım yapmak topluma katkıda bulunmak demek değil, gücü ele geçirmektir. Sosyal olarak özel programlar tuzak gibi işlev görür. Kullanıcıları özgürlüklerinden vazgeçirmeye tuzağa düşürmeye çalışır. Kullanılışlı özellikleri varsa bunlar tuzaklardaki yemlerdir. Bu yemler programı daha tehlikeli hale getirir. Bir özel program yapma ve hiçbir şey yapmama seçeneğindeyseniz hiçbir şey yapmayarak daha az zarar verirsiniz.
Özgür yazılım hareketinin amacı bütün programların özgür olması ve bu sayede tüm kullanıcıların özgür olmasıdır.

Ancak bu 4 özgürlüğü hayati anlama getiren nedir neden bu şekilde tanımlıyoruz özgür yazılımı? İkinci özgürlük tanımını anımsayacak olursak; diğerlerine yardım etme özgürlüğü, tıpatıp kopyaları dağıtma özgürlüğü. İkinci özgürlük olmadan bir programı kullanıyorsanız şöyle bir ahlaki ikileme düşersiniz. Mesela arkadaşınızı bir gün der ki ‘kullandığın program güzel bir programmış bir kopyasını versene.` O anda iki kötüden birini seçmeniz gerekir, birincisi arkadaşınıza kopya programı vermek kullanıcı lisansını ihlâl etmek  ikincisi arkadaşınıza kopyayı vermemek ve program lisansına uygun davranmak. Böyle ikilemin içindeyseniz daha az kötü olanı seçersiniz arkadaşınıza kopyayı vermek ve lisansı ihlal etmek. Bunu daha az kötü hale getiren nedir, iyi arkadaşınızı toplumun iyi bir üyesidir işbirliğinizi hak eder. Buna karşın özel mülk programın geliştiricisi sosyal dayanışmaya bilinçli olarak saldırmıştır. Eğer birine kötülük yapmak zorundaysanız daha kötü olana kötülük yapmak daha iyidir, bu da özel mülk yazılımı geliştirenlerdir. Daha az kötü olmak sizi iyi yapmaz. 

Arkadaşınıza bir kopya verdiğinizde özel mülk yazılımın bir kopyasına sahip olacaktır. 

Hiçbir zaman bu ikileme düşmemek lazım. Birincisi hiç arkadaş edinmeyin. Özel mülk yazılımları geliştirenlerin düşündükleri bu. Benim önerim o yazılımı reddedin. Bana birisi bir program öneriyorsa paylaşmamam icap ediyorsa vicdanım bunu almayı kabul etmiyor, bu yazılımı al götür diyorum. Siz de bunu reddetmelisiniz. Bu propagandayı da reddetmeniz gerekiyor. İşbirliğini ve paylaşmayı şeytani gösteren kelimeler var. Paylaşmanın hırsızlık olduğunu göstermek için ne diyorlar senin amacın onların avı olmak. Birbirinize yardım ederseniz onlara ihtiyaç duymaz sizi sömürmeyi onların elinden almış olursunuz. Paylaşanlara korsan diyorlar. Paylaşmak gemilere saldırmanın ahlaki eş değeridir diyorlar. Gemilere saldırmak çok kötü bir şeydir ama paylaşmak iyidir. Paylaşmak korunmalıdır ve desteklenmelidir. Paylaşmaya saldırmak topluma saldırmaktır. Bu yüzden buna korsanlık demeyin. İnsanlar korsanlık hakkında ne düşündüğümü sorduğunda, gemilere saldırmak kötü bir şey diyorum. Müzik korsanlığı hakkında soru sorduklarında ise gemi korsanlarının kötü müzik çalmadığını  silah kullandıklarını söylüyorum; onların korsanlığı çok müzikal bir korsanlık değil.Onların propaganda terimlerini reddetmemiz lazım, onların propaganda terimlerini tekrarlamayın onu yaptığınız zaman onları desteklemiş oluyorsunuz."

"Özgür olmayan yazılımlar kullanıcıların ifade özgürlüğünü kısıtlıyor"

Bazı bilgisayar programlarının lisansları izin verilmiş kopyaların kullanımını bile kısıtladığını, özgür olmayan yazılımların kullanıcıların ifade özgürlüğünü kısıtladığını anlatan Stallman sözlerini şöyle sürdürdü, "Sıfırıncı özgürlüğe bakacak olursak; bu özgürlük programları istediğiniz zaman kullanma özgürlüğüdür. Kendi bilgisayarınız üzerinde kontrol sahibi olmayı hak ediyorsunuz. Hiç kimse bunun üzerinde kontrol sahibi olmamalı. Bazı bilgisayar programlarının lisansları izin verilmiş kopyalarının kullanımını bile kısıtlıyor. Mesela internet sitelerini yönetmek için kullanılan bir program var. Geliştiriciyi eleştirecek herhangi bir şey yayımlamayı yasaklıyor lisansındı. Özgür olmayan yazılım kullanıcıların ifade özgürlüğünü kısıtlıyor. Sıfırıncı özgürlük hayatidir. Kod ne yazıyorsa onu yapmanız gerekir. Geliştirici size yapmak istediği şeyleri yaptırır, lisansla değil kodun kendisiyle bunu yaptırır. Bunu kontrol edebilmek için birinci özgürlüğe sahip olmalı kaynak koda ulaşma ve bunu değiştirme özgürlüğüne sahip olmalısınız. Bu özgürlüğe sahip değilseniz programın ne yaptığını bilemezsiniz.

Bir çok özel mülk yazılım birinci özgürlüğe sahip değildir içinde kötü özelikler vardır, kullanıcı üzerinde ajanlık yapmaya kullanıcıya saldırmak için arka kapı bırakma özellikleri vardır. Bu nadir olan bir şey değildir. Özel mülk yazılımlarda bu nadir değil sık karşılaşılan sorundur. 

Kullanıcıya kısıtlamaya yönelik özellikler var, kullanıcı bir şey yapmaya çalışıyor ama makine onları durduruyor. Programlardaki arka kapıları bulmak o kadar kolay değil. Kullanıcıyı kısıtlayan özellikler aynı zamanda dijital kısıtlama yöntemi olarak da biliniyor; dijital kelepçeler olarak biliniyor. Windows`ta bildiğimiz arka kapılardan birisi şu ; Microsoft`ta yazılımdaki değişiklikleri zorunlu olarak yüklemeyi getiriyor. Microsoft isterse size sormadan bilgisayarın sahibinden izin almadan bu değişiklikleri yükleyebiliyor. Bir bilgisayarda Windows çalışıyorsa o bilgisayarın sahibi windows`tur. Kullanıcının canını yakmak için tasarlanmıştır.
Macintosh`ta bir nevi virüs taşımaktadır. Bunun içinde de dijital kelepçeler bulunmaktadır. Apple kullanıcılarını kötü güncellemeleri yüklemeye zorlamaktadır. Apple uygulamaların yüklenmesinde de güç sahibidir. Kullanıcılar istedikleri programları yükleyemiyorlar bile. İnsanlar bir yolunu buluyorlar; hapisten kaçmak diyorlar. Bu ürünler hapishane gibi. Apple aktif olarak bunlarla mücadele ediyor. Kullanıcı kısmen özgürleşmişse bazı kullanılamayan özellikler ortaya çıkıyor. Burada da bir arka kapı var. Apple yüklenmiş uygulamayı uzaktan zorla silebiliyor. Adobe bazı programları yüklemeye izin veriyor, kullanıcılardan para istemiyor. Adobe Flash Player kullanmaya başladıysanız silin."

Richard Stallman, özgür yazılım fikrinin nasıl ortaya çıktığını ve yaygınlaştığını anlattığı sunumunun ardından salondaki katılımcıların sorduğu soruları yanıtladı. Sunumun ardından EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu tarafından Richard Stallman`a hediye verildi ve katılımcılarla hatıra fotoğrafının çekilmesi ile etkinlik sona erdi.