Mükemmel bir yorum...
12 Ocak 2011 Çarşamba
11 Ocak 2011 Salı
BUGÜNLERDE HERKES GİTMEK İSTİYOR
Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok, kiminle konuşsam aynı şey…
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi. Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte,
Bir yanımız ”kalk gidelim,”
Öbür yanımız “otur” diyor.
“otur” diyen yanımız kazanıyor,
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık
Alışkanlığın verdiği rahatlık.
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki rex’i bırakıp gidemiyorum,
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin?
“sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada
Ölüm var zira, ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçışlar yapabilsek,
Var tabii yapanlar, ama az. Sadece kaymak tabakası
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif…denk olsa,
Gün içinde mesala…Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün. Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler, Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani. Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama. Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun… istemek de güzel…
Can Yücel
|
10 Ocak 2011 Pazartesi
MUT (SUZ)
9 Ocak 2011 Pazar
6 Ocak 2011 Perşembe
Bilinçaltı, Cinsellik, Bastırılmışlık ve Türküler Sevdamız.
Anadolu topraklarında kaç etnik kökenden insan var tam olarak bilemiyorum. Ancak % 98'i müslüman olan bir ülke olduğunu düşünürsek arada yerel kültürel farklar dışında, toplumsal anlamda bir fark yoktur diyebiliriz.
Neden mi? Çünkü; tüm müslüman topluluklarında günah ve zina adı altında kadın erkek ilişkilerinin sert bir biçimde şekillendirildiğini görüyoruz.
Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, sevgilinizle el ele gezmenize bir tepki verilecektir. Kimi yerlerde bunlar "zina" sayıldığından şiddete uğramanız ve hatta ortalıkta gezen bir provakatörün de etkisiyle canınızdan olabilirsiniz. Yalnız bu görülmek istenen ya da toplum baskısının şekillendirdiği bir durumdan başkası değil. Sebebi ise şudur; kadın erkek ilişkilerinin bu derece sert şekillendirildiği bu toplumda "oğlancılık" olarak bilinen bir durum vardır ki, çok yaygın bir duruma denk gelir.
Yine Anadolu'nun iç bölgelerinde ve Batı Karadeniz'de "köçek" kültürü gözümüze çarpıyor. Erkeğe etek giydirip oynatmanın nasıl bir düşünsel kökeni olabilir? anlaşılır değil.
Ve Anadolu'nun neresinde olursa olsun, türkülerinde bu bastırılmışlığın izlerini sürmek de mümkün. Karacaoğlan'ın şiirlerinde de bunu görebiliriz.
Karadeniz şarkılarında da yine diğer yerlerde olduğu gibi "memeler" üzerine yazılan birçok ayrıntı göze çarpıyor.
"kız göğsüne taktığın da ampullerin volti kaç, sigortadan emin isen hiç durma ceryani aç" ya da "koynunda memelerun eruk dikeni gibi, açılmiş saçılmişsun gemi yelkeni gibi" benzeri bir sürü örnek sunulabilir.
Günydoğu bölgesinden akıllarda kaln bir örnek; "dam üstünde un eler, tombul tombul memeler"
"sevdiğimin kavalı kaldı dayalı yerde" gibi müstehcen çağrıştırmaları, hatta ifadeleri gözümüze takılıyor. Bunlar bastırılmış duyguların, düşünceleri ifade edilmesi oluyor. Şarkılar, türküler kültürlerin sevdalarını olduğu gibi bilinçaltlarını da içerisinde taşıyor. Bunu ayıplamak saçma olur, yapılması gereken ise toplumun iki yüzlülüğünü dile getirmek ve insanlar üzerinde baskı kuran bu yaklaşımları mahkum etmektir.
Dinin toplumu şekilledirmesine izin verilmemeli, şiirler ve türküler ayıplanmamalı. Unutmamalı ki bu türküleri yazdıran toplum baskısından başkası değil.
Neden mi? Çünkü; tüm müslüman topluluklarında günah ve zina adı altında kadın erkek ilişkilerinin sert bir biçimde şekillendirildiğini görüyoruz.
Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, sevgilinizle el ele gezmenize bir tepki verilecektir. Kimi yerlerde bunlar "zina" sayıldığından şiddete uğramanız ve hatta ortalıkta gezen bir provakatörün de etkisiyle canınızdan olabilirsiniz. Yalnız bu görülmek istenen ya da toplum baskısının şekillendirdiği bir durumdan başkası değil. Sebebi ise şudur; kadın erkek ilişkilerinin bu derece sert şekillendirildiği bu toplumda "oğlancılık" olarak bilinen bir durum vardır ki, çok yaygın bir duruma denk gelir.
Yine Anadolu'nun iç bölgelerinde ve Batı Karadeniz'de "köçek" kültürü gözümüze çarpıyor. Erkeğe etek giydirip oynatmanın nasıl bir düşünsel kökeni olabilir? anlaşılır değil.
Ve Anadolu'nun neresinde olursa olsun, türkülerinde bu bastırılmışlığın izlerini sürmek de mümkün. Karacaoğlan'ın şiirlerinde de bunu görebiliriz.
Karadeniz şarkılarında da yine diğer yerlerde olduğu gibi "memeler" üzerine yazılan birçok ayrıntı göze çarpıyor.
"kız göğsüne taktığın da ampullerin volti kaç, sigortadan emin isen hiç durma ceryani aç" ya da "koynunda memelerun eruk dikeni gibi, açılmiş saçılmişsun gemi yelkeni gibi" benzeri bir sürü örnek sunulabilir.
Günydoğu bölgesinden akıllarda kaln bir örnek; "dam üstünde un eler, tombul tombul memeler"
"sevdiğimin kavalı kaldı dayalı yerde" gibi müstehcen çağrıştırmaları, hatta ifadeleri gözümüze takılıyor. Bunlar bastırılmış duyguların, düşünceleri ifade edilmesi oluyor. Şarkılar, türküler kültürlerin sevdalarını olduğu gibi bilinçaltlarını da içerisinde taşıyor. Bunu ayıplamak saçma olur, yapılması gereken ise toplumun iki yüzlülüğünü dile getirmek ve insanlar üzerinde baskı kuran bu yaklaşımları mahkum etmektir.
Dinin toplumu şekilledirmesine izin verilmemeli, şiirler ve türküler ayıplanmamalı. Unutmamalı ki bu türküleri yazdıran toplum baskısından başkası değil.
3 Ocak 2011 Pazartesi
1 Ocak 2011 Cumartesi
AŞK
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.
Cemal Süreya
Etiketler:
Aşk,
Cemal Süreya,
Edebiyat,
İkinci Yeni,
Şiir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)