İnsani duyguların en saf ve temizlerinden biri kuşkusuz sevgiliye olan aşktır. Pek çoğumuz hayatımız boyunca en az bir defa bu hazzı yaşar ve hayatımızın geri kalanı boyunca anımsarız.
Bir insana olan bağlılık, bağımlılık değil, muhtaciyet değil, bağlılık; insana yüklediği sorumluluk ve mahcubiyet hisleriyle birlikte kişiye en yoğun duygusal anları yaşatır. Böyle anlarda en sert görünümlülerimiz, en duygusuz zannettiklerimiz dahi içlerinden gelen hislerin, düşüncelerine hükmeden sevginin ve aşkın esiri oluverebiliyorlar.
Karl Marx asla duygusuz bir insan değildi, -ki duygusuz biri olsa tüm yaşamını başka insanların, ezilenlerin, hakları yenenlerin yani işçilerin, emekçilerin hakları için feda etmezdi-. Hayatı boyunca, dünyanın en çalkantılı olduğu dönemlerde siyasal ve sosyal bir birlikten, liderlikten yoksun olan işçi sınıfının mutluluğu için çaba sarfetti. Enternasyonal'i kurdu ve ilk kez işçileri, Burjuvazi karşısında ciddi bir güç haline getirdi diyebiliriz. Marx'ın yaptıkları bunlarla sınırlı değil ancak burda anlatılacak kadar da kısa değil.
Marx'ı aşk ve sevgi temalı bir yazıya konu etmemize sebep olan şeyi paylaşmanın zamanı geldi artık. Karl Marx'ın İngiltere'de sürgündeyken karısına yazdığı duygusal ve hayranlık uyandıran mektubunu sizlerle paylaşacağım. Bu daha öncelerde defalarca paylaşılmış bir veri olabilir, ancak internetteki milyonlarca gereksiz ve saçma sapan bilgi kirliliğine karşın, işe yarar ve insanlık dersi verici nitelikteki bu tarz verilerin çoğalması açısından bir katkım olsun istiyorum.
İsmail Kılıçarslan'ın Meksika Sınırı programında okuduğu mektub, duygusal olanlarımızı ağlatabilecek öğeler içermektedir. Kalp rahatsızlığı olanlar lütfen uzak dursunlar :)
İyi dinlemeler...
"Yürekten sevdiğim,
İyi dinlemeler...
"Yürekten sevdiğim,
Sana yine yazıyorum çünkü yalnızım ve çünkü
kafamın içinde seninle konuşurken senin bunu bilmiyor, ya da karşılık
veremiyor olmana katlanamıyorum.
Kısa süreli
ayrılıklar iyi oluyor, çünkü hep bir arada olunca her şey ayırt
edilmeyecek kadar birbirine benzemeye başlıyor. Yan yana durduklarında
kuleler bile cüceleşirken, alelade ve ufak tefek şeyler yakından bakınca
kocamanlarmış. Küçük tedirginlikler onlara yola açan nesneler göz
önünden kaldırıldığında yok olabilir. Yan yanalık dolayasıyla
sıradanlaşan tutkularsa mesafenin büyümesine yeniden büyüyüp doğal
boyutlarına dönerler. Aşkımda öyle...
Zamanın
aşkımı tıpkı güneş ve yağmurun bitkileri büyüttüğü gibi büyütmüş
olduğunu anlamam için senin bir an, sırf rüyada bile olsa, benden
koparılman yetiyor. Senden ayrılır ayrılmaz sana olan aşkım bütün
gerçekliğiyle kendini gösteriyor: O, ruhumun bütün enerjisiyle yüreğimin
bütün kişiliğini bir araya getiren bir dev. Böylece yeniden insan
olduğumu hissediyorum çünkü içim tutkuyla doluyor. Araştırma ve çağdaş
eğitimin bizi kucağına attığı belirsizlikler ve bütün nesnel ve çzel
izlenimlerimde kusur bulmaya iten kuşkuculuk bizi küçük, zayıf ve mızmız
kılıyor. Ama aşk Feurbachvari insana aşk değil, metabolizmaya aşk
değil, proletaryaya aşk değil, sevdiğine aşk, yani sana aşk, insanı
yeniden insanlaştırıyor...
Dünyada çok dişi
var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı, hatta her bir
kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir
yüzü bir daha nerede bulabilirim? Senin tatlı çehrene sonu gelmez
acılarımı, yeri doldurulmaz kayıplarımı bile okuyabilir ve senin tatlı
yüzünü öptüğümde acıyı öperim.
Hoşçakal canım. Seni ve çocukları binlerce kere öperim.
Senin, Karl
Manchester, 21 Haziran 1865"