28 Temmuz 2011 Perşembe

Turgut Uyar - Yokuş Yol'a


güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan
eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar

Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar

26 Temmuz 2011 Salı

Edip Cansever - Bir Genelev Kadını Ve...


Girdi
Sırtında eski bir ceket vardı
Bir yerlerden sızmıştı sanki, gün ışığı gibiydi
Sarışındı
Önce bir süre kapının önünde durdu durdu
Gölgelendi, inceldi, beni gördü
Pek önemsemedim
Baktı, hiç konuşmadı
Oysa bir İsa tasviri gibi uçumluydu, güzeldi
Yer gösterdim, oturmadı
Bir sigara yaktım, ona da verdim
Aldı
Sigarasını ben yaktım
Kısa bir gülümseme yürüdü dudaklarından
Benim dudaklarıma da geçti
Çocuklar gibi kızardım
Öteki kızlar gülüştüler
Ben kendimi sevdim, güvendim
Saçlarımı düzelttim, göğsümü biraz kapadım
Bana elini uzattı, ellerimiz birbirine değdi
Sıcaktı, inceydi, kıskanırım anlatmaya bu eli
Ağır ağır odama çıktık.

Girdi
Açık pencereyi kapadım
Perdeyi çektim
Arkamı döndüm, yavaş yavaş soyundum
Bileğimdeki saati çıkardım
Sigaramı söndürdüm
Tam o zaman..
Zaman da değildi belki
Önce korkunç bir gözyaşı seli
Sonra alabildiğine bir kayalık
Kayaların üstünde bir kertenkele
Ardından bir ormanın uğultusu
Binlerce kanat sesi
Sağ elinde bir bıçak
Yok, hayır, bıçak da değildi
Vuran, ezen, öldüren bir el
Ve eller
Ve dişler
Kendimden geçtim.

Bir daha gelmedi, hayır, bir daha hiç gelmedi
Ama onunla ben
Ne zaman istedimse o zaman yattım
.

Referandum süreci sonrası yazdığım fakat şimdi yayınlayabildiğim değerlendirme yazısı.

Daha önce referandum sürecini "evet-hayır" zıtlaşması üzerinden değerlendirmeye çalışmış, neden evet ya da hayır demeyeceğimi açıklamaya gayret etmiştim.

Bugünkü yazıda ise referandum sürecinin sonunda karşımıza çıkan süreci, kendi süzgecimden geçirerek aktarmaya çalışacağım.

Evet ya da Hayır seçeneklerini destekleyenler, her biri yalnızca kendi düşüncesine odaklandığı için bir diğeri hakkında yeterinde bilgi sahibi olamadılar. Olaylara taraflı ve düşmanca yaklaşmak sorunu anlaşılmaktan uzaklaştırdı ve içinden çıkılmaz bir hale soktu. Bu sebeple "evet-hayır" seçeneklerini tercih etmeyen biri olarak, dışarıdan yönelteceğim eleştirilerle bu süreci her iki taraf için de anlaşılır kılmak için çabalayacağım.

Öncelikle diğer yazılarımdaki sıralamaya uygun olması bakımında "evet" seçeneğini inceleyelim. Evet'çiler için yazdığım yazıda, samimi olmadıklarını, samimi olmaları halinde yapmayı vaad ettikleri değişikliklerin aslında yapılması gereken değişiklikler olduğunu ifade etmiştim. Şimdi baktığımızda içerikten ziyade reklam çalışmalarının ve muhalefetin olayı kişiselleştirmesinin bir sonucu olarak "evet" oranlarında hiç beklenmeyen bir artış ortaya çıktı. Bunun sebebi bana öyle geliyor ki, muhalefet partilerinin bunu bir güvenoyu sınamasına çevirmeleri olmuştur.

Zira Tayyip Erdoğan ve AKP karşıtlığı üzerinden yürütülen kampanyalar, alternatif sunamayan muhalefetin söylemlerinin havada asılı kalmasına ve halkı ikna edememesine yol açtı. Kişiler ya da karizmatik liderler her zaman hedef haline getirilirler, ancak bu onların karizmalarının artması dışında bir işe yaramaz. Tayyip Erdoğan hakkında çok eskiden beri yürütülen kampanyaların varlığı, bu zatın halkın hafızasına sinen bir biçimde etki etmesine sebep olmuştur. Ve yapacağım dediği her şeye muhalefetin karşı çıkması, vatandaş nezdinde çok da hoş karşılanmamış anlaşılan.

Tayyip Erdoğan üstü açık veya muhalefetin söylediği gibi üstü kapalı bir biçimde halk oylamasına sunduğu maddeleri, oyunu istediği vatandaşa açıklamayı başarmış gibi. Ya da kendisi üzerine oynayan muhalefeti daha da kışkırtarak popülaritesini arttırmış görünüyor. Bu gidişat yerel ya da genel seçimlerde de aynı şekilde devam edecektir gibi geliyor. Eğer Muhalefet gerçek anlamda alternatif projeler geliştirip, halkın karşısına "bunu, bunu, bunu, şöyle, şöyle,şöyle yapacağız" diye çıkmazsa AKP ve Tayyip Erdoğan daha birçok meydan savaşını zorlanmadan kazanacaktır.

% 58 evet oranı hükümetin halktan ciddi bir destek aldığını gösteriyor. %42 hayır oranı ise, proje ortaya koyamayan muhalefetin ıkınarak çıkardığı bir sonuç gibi görünüyor. Yoksa alternatiflerin yarıştığı bir şeçimde bu kadar farkın çıkması beklenmemeli.

Hayır cephesine gelelim.

Bütün gazeteler ve köşe yazılarında Hayır oylarının oranının büyük oranda Kemal Kılıçdaroğlu' nun karizmasına bağlı olduğu yazılıyor. Burada açıkça MHP' nin bu oylamada "dış kapının mandalı" konumunda algılandığını gösteriyor. Kılıçdaroğlu çok çalıştı, çok mitingler yaptı, bazen aynı gün içerisinde farklı şehirlerde 4 miting gerçekleştirdi. Büyük bir performans gösterdi elbette ve kendisinin genel başkanlık koltuğuna oturduğu günden itibaren sürekli artan karizması büyük oranda bu performansa yansıdı. %42 oranının çıkmasında büyük bir paya sahip oldu haklı olarak. Ancak konuşmalarında çok fazla konuya sembolik olarak değinmesi, altını doldurmadan dokunarak geçmesi, alternatif bir program ve projeden yoksun olması ve en önemlisi referandumu Tayyip Erdoğan'a karşı bir meydan savaşına dönüştürmesi, oranların böyle farklı olmasına yol açtı.

Bu yaptıkları yanlışlarıydı. Doğru yaptığı tek şey söylemlerin Milliyetçi ve soyut kavramlardan arındırılıp daha gündelik ve gerçekçi söylemlere dönüştürülmesi oldu. Konuşmalarda ekonomik sorunlar, sağlık sorunları ön plana çıkarıldı, eşitlik ve kardeşlik mesajları verildi. Statükoyu aştıkları söylenemez elbette, ama bu söylem değişikliği Baykal dönemine göre oldukça köklü değişiklikler anlamına geliyor. Velhasılıkelam yapılan bu manevralar, yanlışların yanında oldukça güdük kaldı ve sonuca böyle yansıdı.

Bir de referandum'un bir diğer cephesi vardı, "BOYKOT"...

Boykot tavrı hem evet hem de hayır'cılar tarafından boş bir eylem olarak görüldü. Vatandaşlık görevi oy kullanmaya indirgendi, insanların 3. bir seçeneği seçmesine kaybedilecek oy ve sarsılacak sistem meşruluğu sebebiyle karşı çıkıldı. Ancak görülen o ki, ülke genelinde referanduma katılım %77 oranında. Bir başka deyişle, boykot edenlerin oranı % 23...

Güney Doğu ve Doğu'da BDP'nin çağrısı önemli yankı bulmuş durumda. Birçok ilde referanduma katılım sembolik denecek kadar az. Örneğin; Hakkari'de bu oran % 6. yani 100 kişiden yalnızda 6'sı sandığa gitmiş, 94 kişi boykot etmiş. Diyarbakır'da katılım %35 civarlarında yani %65 boykot... Bu liste bölge illerinde bu şekilde. Yerel seçimlerdeki tabloya benzer bir şekilde BDP ve CHP'nin oylarını koruduğu, kitlesini yönlendirebildiği görüldü. MHP ise tabanının AKP tarafına kaymasına engel olamadı. Bu sebeple partisinin 1. olduğu yerlerin bir çoğunu "Evet" rüzgarı kasıp kavurdu.

Anlamlandıradığım bir nokta da "Hayır" diyen CHP'lilerin Boykot edenlere karşı yönelttikleri işbirlikçi eleştirisi. Bu eleştirinin ilertutar bir yanı yok. Hala statükoyu devam ettirip insanları kalıplara sokma arayışının bir ifadesidir ancak bu. Boykot edenler, eğer boykot etmeselermiş oyları "evet" olacakmış zaten. Yani?!. İlle de Hayır mı demek gerekiyor yani, bu mu demokrasi? Bu düşünceyi savunan insanların bir an önce siyasal kuramlar hakkında bilgi edinmelerinin elzem olduğu görüşündeyim.

Ayrıca BDP dışında boykot edenler de vardı referandumu, tıpkı CHP dışında "Hayır" diyen solcuların da olduğu gibi... BDP eğer istekleri kabul edilirse referanduma evet diyeceğini açıkça söylemişlerdi zaten. Adamlar gizliden iş yapmıyor. Ben hayır diyeceğim deyip boykot ediyorum demediler yani. Bu sebeple BDP kendi politikası gereği bir tercih yaptı ve bölgesinde büyük bir destek alarak 3. seçeneğin meşruluğunu sağladı. CHP'lilerin neden evet Doğu ve Güney Doğu'da bu kadar yüksek çıktı demek yerine bir an önce, Neden buralarda Hayır oranları bu kadar düşük çıktı diye düşünmesi lazım. Demek ki Kürt sorunu noktasında gerçekçi bir projeye sahip değiliz, demek ki bölgenin ekonomik kalkınması için yerel otoritelerle ilişki içerisinde değiliz, demek ki bölge halkına herhangi bir şey vaat edemiyoruz diye düşünmeliler. Şapkasını çıkarıp önüne koyması gerekir ana muhalefetin..

Yazıyı noktalamanın zamanı geldi. Tahmini sayısal verilerle yaptığım hesaba göre, "evet" oldukça büyük bir fark atmış durumda. hayır'cılar hayırlara vesile olmadılar kendi açılarından, fakat referandumun 2. galibi kesinlikle Boykot cephesi oldu. İlerleyen dönemlerde Kürt sorunuyla ilgili konularda BDP'nin muhattap alınmasının meşruluğunu sağladılar böylece... Sırada Genel Seçim ve bu arefede çözülmeyi bekleyen ciddi sorunlar var.
Olaya bir de bu taraftan bakın isterim. İsterim ki kuru ve kişisel düşmanlıklar yerine siyasal alternatifler yarışsın, ülkemde insanlar bilinçsizleştirildiklerinin ve sadece sistemin meşruluğu için kendilerine ihtiyaç duyulduğunun ayırdına varsın. İsterim ki insanın insan tarafında sömürülmediği insanca bir sistem kurulsun, -bunun adına sosyalizm deniliyor- ve isterim ki bütün bunların zorlu olduğunun fakat mutlaka olması gerektiğinin farkına varılsın.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

İsmail Güney Yılmaz - Laz Halk Müziği Üzerine

Hiç adetim olmasa da başka birinin yazılarını yayınlamak, bu yazının ve yazarın yeri ayrı. Üniversite yıllarında başlayan arkadaşlığımız uzun zamandır sürmekte. Entelektüel birikimini halkı için kullanmayı seçmiş, onurlu duruşuyla aydın olmanın gereklerini fazlasıyla yerine getiren ender insanlardan olduğunu düşünüyorum. İlk dönem yazılarından biri olmasına rağmen, yok olmakla karşı karşıya olan bir kültürün -Laz Kültürünün- savunmasını yaptığı ve bu alandaki en kapsamlı çalışmalardan biri olduğu için, aynen paylaşmayı gerekli görüyorum.

Ülkemizde Kürt, Laz, Çerkes ve diğer etnik unsurların asimilasyonuna dayalı resmi bir "Türklük" söylemi olduğunu biliyoruz. Bu söylem yalnızca isim değişikliğine değil, kültürel aşınmaya da dayalı olduğundan, Anadolu'nun en eski kültürlerinden biri olan Kürt kültürü başta olmak üzere yok edilmek istendiği de bir gerçek.

Kürt meselesinin tarihsel arka planı oldukça yoğun bir mücadele tarihine sahip olduğu ve sayısal olarak oldukça yoğun bir nüfusa sahip oldukları için diğer unsurlara nazaran daha dirençli bir yapı ortaya koyabilmiş ve asimile olmayı bir yere kadar reddetmiştir. Modern toplumun benzeşme eğiliminden ötürü genel düzeyde bir asimilasyondan söz edilse de etnik anlamda asimilasyon başarısız olmuştur.

Ancak özellikle Çerkes ve Laz toplulukları, Kürt-Devlet çatışması ortamında, Kürt'ler kadar yakıcı bir asimilasyona tabi olmadıkları için onlardaki benzeşme modern toplumdaki benzeşmenin ötesinde, kültürel bir aşınma hatta neredeyse yok oluşa sürüklenmişlerdir. Gerek Çerkes gerekse Laz etnisitesinden kimi aydınların çabaları sonucu kültürel bir miras yazılı hale getirilmiş olsa da, genç nüfusun neredeyse tamamına yakını kendi anadillerinde konuşamayacak kadar asimile olmuşlardır. Ancak buradan yapılan bu çalışmaları ve bu çalışmaları yapanları tebrik etmek gerekir -ki devletin "tek"çi söylemine rağmen birşeyler yapmaya çalıştılar-. Çıkarılan yayınlar artan oranda kitlelerle buluşmaya, bir kültürel canlanma meydana gelmeye başladı.

Yukarıda bahsedilen fedakar aydın zümrenin içerisinde olması gerektiğini düşündüğüm sevgili İsmail Güney Yılmaz'ın "Laz Halk Müziği Üzerine" isimli makalesini paylaşıyorum. En alttaki linkler yazının daha önce yayınlandığı çeşitli dernek yada haber sitelerine aittir.

yazının orijinal linki burada: http://ismailguneyyilmaz.blogspot.com/2009/06/laz-halk-muzigi-uzerine-ismail-guney.html



Koşar adım yok oluşa yürüyen bir halk... Günden güne aşınan ve eriyen bir dil: Lazca!..
Ve bu çoğularına göre “gizemli” olan “kayıp” halkın,”ayıp” ( maalesef,Lazlar’ın önemli bir kısmı çocuklarına anadiliyle konuşma yasağı koyuyor!) diliyle söylenen yaşamımızın aynası türkülerimiz...

Biz Lazlar,bu “işe yaramaz”,”kamusal alanda geçmez” dilimizi dünden unutmaya hazırız;ama ah o güzel türkülerimiz yok mu,elimizi kolumuzu bağlıyor işte! Hele şu bağrıyanık tulum ses vermeye görsün Lazona’nın bir köşesinden,işte o zaman hatırlar Laz,Kaçkar’ın baş eğmezliğini ve Fırtına’nın engel tanımazlığını...

Türkü,tulum ve horon halkımızın ölümsüzlük iksiridir aslında,bu üçlü bize kim olduğumuzu hatırlatır ve “titreyip kendimize döneriz”,dilimizin,kimliğimizin ve kültürümüzün yok oluşuna isyankar kaşlarımızı çatıp...
Peki kim bu Lazlar? Nereden gelip,nereye giderler?..Türk mü,Gürcü mü ya da Slavik miler? Yoksa çokça söylendiği gibi Pontoslular’ın kalıntıları mılar? Bu çoğaltılabilecek sonu soru işaretleriyle biten cümleleri uzatmadan,hemen yanıtlayalım sorumuzu: Lazlar,az önce adları geçen hiçbir etnik aidiyetten değiller,özgün bir ırksal aile olan Kafkas halklarının,Güneybatı Kafkas kolundan,neresinden bakarsanız dört bin yıllık tarihsel geçmişe sahip olan bir halktır.Gürcüler,Svanlar ve Megreller (Hıristiyan Lazlar ) ile yakın akraba,tüm dünya halklarıyla da kardeştirler.
Image
Öyle sanıldığı gibi bütün bir Karadeniz’in tapusunu da almamışlardır,Rize’nin Pazar ilçesinden Gürcistan sınırına kadar olan küçük bir bölgede,köken olarak aralarında hiçbir yakınlık bulunmamasına karşın en sevdikleri kardeşleri olan Hemşinliler’le beraber yaşarlar.Türkiye’de bu bölge dışında bir de Osmanlı-Rus Savaşı ( 1877-78 ) sonrası Gürcistan’dan göçüp yerleştirildikleri Marmara Bölgesi’nin doğusu ve güneydoğusunda ve Batı Karadeniz’de yüze yakın köyde ikâmet ederler ( Borçka’daki Laz köyleri de bu muhacir gruba dahildir).Türkiye’deki nüfusları hakkında çeşitli tahminler var ama yine de en aklayatkını 500 bin ve 700 bin arası * bir rakam gibi geliyor.Lazlar,Türkiye dışında Gürcistan’da (Lazlar’ın sayılarıyla ilgili 5 ila 30 bin arası rakamlar veriliyor),Rusya (2002 nüfus sayımına göre 221 kişi**), Abhazya’da (2500 kişi) yaşıyorlar. Kimi iddialara göre bu ülkeler dışında Azerbaycan,Estonya ve Ukrayna’da (hatta İran’da) Lazlar’ın bulunma ihtimali yüksek.Ayrıca Kırgızistan’da da sürgün bir Laz köyü hâlâ varlığını sürdürüyor. Avrupa ve ABD’de de küçük bir Laz topluluğu bulunuyor.

Lazca kendi içinde anlaşmayı engellemeyen Doğu ve Batı lehçelerine ayrılır.Yöreye göre değişmekle birlikte 39 ses barındırsa da,alfabesinde 35 harf bulunuyor.Latin harflerine dayalı bu alfabe 1984’de Fahri Kahraman tarafından geliştirilmiştir.Laz alfabesi yaratma çalışmalarıysa Türkiye’de II.Abdülhamit ( 1876-1908 ) dönemine,Gürcistan’da 1920’lerin sonlarına dek uzanıyor ( Gürcistan Lazları bugün dillerini Sovyet döneminin başlarında olduğu gibi Latin alfabesiyle değil,Gürcü alfabesiyle yazarlar ).

Laz Halk Müziği

Konular: Lazca türkülerde konular çok çeşitli olmakla birlikte genelde aşk,gurbet ve hasret üzerinedir.Bu konuların yanısıra doğa,cinsellik,mahpusluk,çalışma ve avcılık da çokça işlenmiştir.Laz müziğinde konu olarak toplumsal konular ve savaşlarsa çok az kullanılmıştır.Toplumsal konuları işlemiş şarkılara örnek olarak bölgedeki büyük kıtlık döneminde söylenmiş,aşağıdaki şarkı verilebilir :

”K’amik’amis jur tolepe dudgitas,
Çilimuşi çkimi steri dusk’idas,
Mşk’oinite ut’ak’ate dusk’idas
Var içoden,derdi-merağiçkimi.”

( Kaymakamın iki gözü kör olsun,
Karısı da benim halime düşsün,
Korkudan güçsüz kalsın
Hiç bitmiyor derdim,sıkıntım. )

Laz müziğinde İslam diniyle ilgili müzikler hiç yoktur;ancak işin tuhaf yanı Lazlar’ın ilk dinleri olan özgün çoktanrılı inançlarına dair duaları yaşatmış olmalarıdır.
Aşağıdaki dörtlükse Gürcistan Lazları tarafından söylenen “ilahî” havasında bir şarkıdan alınmıştır. Hâlbuki Gürcistan Lazları da Müslüman’dır. Aşağıdaki şarkının geleneksel bir şarkı mı;yoksa misyonerlik çalışmaları etkisiyle yakın zamanda yazılmış/çevrilmiş bir şey mi olduğunu öğrenemedim.Ancak şarkının
sözleri aşağıdaki gibidir :

” Eçidoxuti am tutas K’riste dibadu Betlemi’s ya ho,
Murun3xepe çaçxalaptes,otanaptes Betlemi’s ya ho,
Ham mç’k’eşepek kogneşk’ule,k’ainoba bz’irit ya ho,
Çkin Xrist’ana gegixvamupt,mteli-xolo k’ai vort’at e ho!”

(İsa bu ayın yirmi beşinde Bethlem’de dünyaya geldi,
Yıldızlar çağlıyor ve aydınlatıyordu Bethlem’i.
Bunu çobanlar da[yol göstericiler,havariler ?] öğrendiğinde,hayrını gördük
Biz Aralık ayında [İsa’nın doğduğu ay]size dua ediyoruz,hepimiz mutlu olalım. )

Konu dinden açılmışken, eski Laz Pagan inanışına dair bir örnek vermeden geçmek de olmaz :

”Mjora babaçkimi,
Tuta nanaçkimi
Novarvale muru3xepe
Da do cumaçkimi !.”

”Güneş babamdır,
Ay annemdir
Parıldayan yıldızlar
Kız ve erkek kardeşlerimdir !..”

Laz müziğinde en çok işlenen konunun aşk olduğunu söylemiştik. Laz müziğinde aşk şarkıları hususunda da cinselliğin öne çıkartıldığı dikkat çekiyor.
Kimi zamansa bu cinselliğin aşktan bağımsız bir şekilde de açığa çıktığını görebiliyoruz. Hemen her Laz’ın bildiği aşağıdaki “muzır” şarkıyı örnek olarak gösterebiliriz;

”Karmateşi kvalepe,
Ok’oxeran dalepe,
Movunt’xa do vot’va3ina
Ubaşi mak’falepe !”

”Değirmenin taşları,
Oturuyor kız kardeşler,
Vurayım da patlatayım
Koyunlarındaki yumurtaları !..”

Türler:

Dest’ani ( Destan ): Sanıldığı gibi Lazca şarkıların hepsi oynak ve neşeli değildir! “Dest’ani” türü bunun en iyi kanıtı olsa gerek,dahası bu destanlar Lazlar’ın en çok sevdiği müzik türüdür.Destanlar dörtlükler hâlinde ve on birli hece ölçüsü nizamına göre seslendirilir.Genelde kemençe veya tulum eşliğinde söylenir;ancak kavalla veya büsbütün enstrümansız da icra edilebilir.Destanın söylenişi köyden köye ve kişiden kişiye küçük farklılıklar gösterse de hep aynıdır.Aşk,doğa,sıla hasreti,ölüm ve gurbet en çok işlenen konulardır. Bir “dest’ani” örneği;

”Sk’ani şeni a oxori p’3’op’xare,
Var moxt’ana, movunt’xa do epxvare.
Si t’rağodi ma elegiyonare
Var moxeli, si ti var ixelare !”

(Senin için bir ev yapacağım,
Eğer gelmezsen, vurup onu yıkacağım.
Sen şarkı söyle ben seni çıkaracağım
Beni mutlu etmedin,sen de olamayasın !) (Xunar, Atina)

Xoroni ( Horon ): Lazlar’ın ve tüm Doğu Karadeniz halklarının tutkusu.Halka şeklinde ve tulum eşliğinde oynanır.Kemençeyle oynanan horon azdır.Horonun aslıda bir ibadet şekli olduğu söylenir; ama bugün horon coşkunun dışavurumu anlamına gelir.Her horonun bir yöneticisi olur,horonda disiplin şarttır.Horon sırasında gruplar sıralı bir şekilde karşılıklı şarkılar söylerler.”Fora” adı verilen bölümde müzik ve figürler yavaşlar.”Xemşin”,”P’ap’ilat”,”Üçayak”,”Bak’oz” gibi pek çok türü vardır. Horonlarda sıkça söylenen şarkılardan bir örnek verirsek ;

”Msk’valina ixoroni,
Burguli cixoroni .
Ar mele ar do mole
Ar do kocoxoroni ...”

(Güzelce horon oyna,
Dizlerini titret oyna
Bir o yana, bir bu yana
Bir daha oyna ...)

Bgara ( Ağıt ): Ölünün ardından doğaçlama olarak ve “mamgarale” (ağlayıcı) kadınlar tarafından söylenen ağıtlardır.Bgara’da ölünün yaşamında isteyip de yapamadığı şeyler,özellikleri sıralanır ve toplu bir ayini andırırcasına mamgarale’ye eşlik edilir.Bgara’ya “Nena Meçamu” ( Ses Verme ),”K’ore3xu”, “Goxe3xala” ( Sayma ) gibi adlar da verilir. Bir bgara örneği;

”Memaşk’vi do so ulu ?!
Am dunyas xvala kimoliçkimi .
Am dunyas muç’o gopta,
Uskaneli, yeri yurdi komemişkvi
Namus mepça var miçkin,
Kimoli çkimi.

Ar m3ika domçvat’i,
Çkin isa vigzalat’it.
Em dunyaşi nek’na.
Xvala muç’o gon3’k’i
Kimoli çkimi .

Am dunyas raxati memaşkvi,
İrik t’ilifoni gemiçaps,
Vigzalat ya do,
Vidayi va miçkin,
Kimoli çkimi.” *** 
“Beni bırakıp da nereye gidiyorsun ?
Bu dünyadaki tek erkeğim.
Bu dünyada nasıl gezeyim,
Sensiz,bıraktım yeri yurdu
Onu kime vereyim bilemiyorum,
Erkeğim
Beni birazcık bekleseydin,
Beraber giderdik.
O dünyanın kapısını
Yalnız nasıl açtın
Erkeğim
Bu dünyada beni rahat bırak,
Herkes bana telefon ediyor,
Gidelim diye
Gideyim mi bilemiyorum,
Erkeğim .”
Mek’a-Mok’a : Atışmalı türkülerdir.Lazlar’ın eğlence müziklerinden olup günümüzde yaygınlığını yitirmiştir.Karşılıklı iki kişi,erkek grupları,Kadın grupları veya karma gruplar halinde,doğaçlama söylenir. Uyaklı,devamlılığa sahip karşılıklı sözler söylenir,amaç rakibi alt edip,yeteneği ispatlamaktır.Kemençeyle veya enstrümansız,dans eşliğinde veya danssız icra edillebilir.Yedili hece ölçüsüne sahiptir.”Met’k’oni birapa” ( atma türkü ) veya “ok’obalu” (atışma ) da denir.

Bozope : “Furt’onaşe cevulur,
Nena momçi mevulur.”

Biç’epe : “E bozo sk’ani şeni,
P’anda ç’veri govulur.”

Kızlar : “Fırtına’dan iniyorum,
Çağırırsan geliyorum.”

Erkekler: “Ey kız, ben senin için,
Daim yanık geziyorum.” (her dize iki kez tekrarlanır.)


Heyamo/Heymoli,Helessa Yalessa : Heyamo’lar kadınların iş şarkılarıdır.İş sırasında kolektif bilinci sağlamlaştırmak ve ortak bir ritmi yakalamak amacıyla söylenir.Ezgisi ağır ve etkileyicidir.Hece ölçüsü yedilidir.Helassa Yalesse’lar erkek iş şarkılarıdır.Amaç ağır işlerde gücü ve konsantrasyonu tek bir yerde toplamak olup,ezgisi ağır ve ataklıdır.Her iki türe de “imece şarkıları” diyebiliriz.

Oşvacu K’aide ( Dinlenme Şarkısı ): Kadınların toplu olarak söyledikleri iş molası şarkılarına denir.Ezgisi sabittir ve genelde enstrümansız söylenir. Bu şarkıların da ağır bir yürüyüşü vardır.

Gzaşi K’aide ( Yol Havası ): Çoğunlukla yaylaya göç ederken molalarda doğaçlama olarak erkeklerce( genelde solo ) seslendirilir.Konusu yolculukla ilgili olmayabilir.Ezgisi sabit ve ağırdır.Yedili hece ölçüsüne dayanır.

”Xoloti kogoladu
Rak’anepe dumani,
Sk’ani do şk’imi şeni
Diyu axir zamani.

Ejvi empula ejvi
Çoyis dolop’3’edare,
Keç’opey yarişk’imi,keç’opey iyonaman (tekrarda söylenir)
Ma ti ek’ap’3’edare ...”

”Yine sardı,
Tepeleri duman
Senin ve benim için
Sonlandı zaman .

Uç ey bulut uç
Köye üstten bakacağım
Aldılar yârimi,aldılar götürüyorlar
Ben de arkasından bakacağım.”

Nani ( Ninni ): Laz ninnileri çok etkileyici ve yanık,içten gelen bir sesle, kadınlarca icra edilir.Yedili veya sekizli hece ölçüsüne sahip olan tür genel olarak Laz müziğini de etkilemiştir.Ezgisi küçük nüanslar dışında değişmez.

Laz müziğinde bu türler dışındaki şarkılar herhangi bir türe dahil edilemez.Hepsi hece ölçüsüne sahiptir;ancak ezgisel olarak bağımsızdır.

Çalgılar :

Gudastviri ( Tulum ) : Genellikle oğlak derisinden yapılan beş notalı,tek oktavlı,nav,sipsi,tulum (gövde ),ağızlık olmak üzere dört ana unsurdan oluşan üflemeli bir çalgıdır.İskoç gaydasına göre “ilkel” ve körüksüzdür.Çalınması oldukça emek gerektirir.Çalınışına göre acıklı veya neşeli bir sese sahip olabilir.
Çemane ( Kemençe ) : Laz kemençesi,bilinen Karadeniz kemençesinden daha küçük boyutludur ve değişik bir sese sahiptir.Genellikle erik ağacından yapılır,yayın telleriyse at kuyruğu kılındandır.Danslara eşlikte ender kullanılıyor ve Lazlar arasındaki popülaritesi tulum kadar yüksek değil.Yine de solo şarkılarda tercih edilir.Lazca’da bu enstrümana “ç’ilili” de denir.Kemençenin üç teli vardır.
P’ilili ( Kaval ): Laz kavalı çok acıklı bir sese sahiptir ve genelde dağ Lazları arasında yaygındır.Lazlar,Hemşinliler’in aksine kavalla horon oynamazlar.
Çonguri : Telli ve bağlamadan küçük, orta boylu bir çalgı.Dört tellidir.Türkiye Lazları bu çalgıyı pek tanımasa da Megreller,Gürcistanlı Lazlar ve Gürcüler arasında yaygındır.Büyüleyici,ince ve tabir-i caizse su gibi akan bir sesi vardır.
Ğuni : “Kovan” anlamına gelir,bu adı da şeklinden alıyor.Büyük,vurmalı bir çalgıdır ve üstüne oturularak çalınır.Tok bir sese sahiptir.Birol Topaloğlu bu çalgıyı Laz müziğine kazandırılmıştır.
Defi/T’efi ( Tef ) : Kullanımı yaygın değildir.Hopa çevresinde kadınlar tarafından çalınır.Küçüktür ve küçük zilleri vardır.

Doli : Küçük çaplı Kafkas davulu.Elle vurularak çalınır.Özellikle Gürcistan Lazları arasında horonlara eşlikte kullanılır.
Salamuri : Gürcü kavalı.Türkiye Lazları pek bilmese de,sınırın öte yakasındaki kardeşlerince çalınır.

Ostvinale : Lazlar’ın ince sesli kavalı.”Islık çalıcı” anlamına geliyor. Laz yaylalarında yaygın şekilde çalınır.
Sazi ( Bağlama ) : Bildiğimiz Anadolu bağlaması.Laz müziğindeki yeri yenidir.Pazar, Ardeşen ve Çamlıhemşin dolaylarında kimi Lazca sözlü şarkılar bu enstrümanla çalınır.70’li yılların popüler kültürü ve solun Lazona’daki etkisiyle de kullanımı yaygınlaşmıştır.

Dauli ( Davul ) : Büyük,askılı davul.Tokmakla çalınır.Özellikle Gürcistan’da horonlara eşlikte çalınır.

..............................................................................................................

* tabiî bu rakam benim aklıma yatan rakamdır yalnız .
** http://tr.wikipedia.org/wiki/Lazlar#cite_note-7 (31.05.09 tarihinde erişildi)
*** kaynak: Kemalpaşa’dan (Noğedi,Makriali) Ayhan Sonbay, derleyen : Murat Ersoy. Sima, Üç Aylık Kültür,Sanat,Edebiyat dergisi,sayı: 4, sayfa: 28


İSMAİL GÜNEY YILMAZ


Not : Bu yazı, yaklaşık üç yıl önce Türkiye halklarının müzikleri üzerine yazı dizisi hazırlayan bir kültür sanat dergisi için yazılmıştı. Ancak söz konusu dergi, bir kaç halkın müziğini tanıttıktan sonra, direkt dünya müziğine geçiş yapmış olduğu için yazı yayınlanamamıştı. Bâzı ekleme ve düzenlemelerle,epey zamandır “sırasını bekleyen” bu unutulmuş yazıyı yayınlıyorum.


http://www.lazebura.net/content/view/1353/2000/

http://www.lazhaber.com/1835+LAZ-HALK-MUZigi-UZERiNE.html

http://radyo.arhavim.net/haberoku.php?id=12

24 Temmuz 2011 Pazar

Turgut Uyar - BÜYÜK EV ABLUKADA





(Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak bir şey yoktu
Bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum)
İşte böyle olmak en iyisidir olmakların
Bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim

(İndirmiştim
Yok olan önemli bir şeydi Allah kahretsin)

Tüm kavgasız tüm duruk tüm başıboş
Üç sayı kötü bir sayı iyi şiir dinledim
Çıkıp okudular durup dinledim
Bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
Saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi

(Ha kavgada ha aşkta
Bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)

Göğe baktım yerli yerinde
Haydutlar dalavereciler yerli yerinde
Vurguncular hayınlar vurdumduymazlar öyle
İyi dedim içim rahatladı
Düzen bozulmamış dedim sevindim
Tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim

(Ben herkese varım
Başka türlü olmuyor inanmayın)

Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
(Ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim önemlidir
Utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)

Ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına
Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara
Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
Yalana dolana itliklere keten elbiselere

(Sonra karısı öldü o çocuğun
Yalnızdı güçsüzdü herkesler gibiydi
Kirlendi kötülendi sarhoşladı pis karılara dadandı
Anladık onu ölenden başkası kurtaramaz
Ölen de kurtarmamıştı)

Bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın
Şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan
Bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi
Bu yapıları oniki kat yapmak bizim aklımızdı
Biz kurduk istersek umursamayız ya
(Abluka burada başlıyordu çünkü)
Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
Sen bir onu yap yeter bak göreceksin..

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Ece Ayhan - Mor Külhani - Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler...


1. Şiirimiz karadır abiler

Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

2. Şiirimiz her işi yapar abiler

Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

Dirim kısa ölüm uzundur cehennemde herhal abiler

3. Şiirimiz gül kurutur abiler

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır manavlarla Karabiga'ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler.

4. Şiirimiz erkek emzirir abiler

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir.

Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

5. Şiirimiz mor külhanidir abiler

Topağacından apartmanlarda odası bulunamaz
Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler

6. Şiirimiz kentten içeridir abiler

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla
Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?

Turgut Uyar - Göğe Bakma Durağı



Gimp kullanılarak Oluşturuldu. Ticari amaç güdülmediği müddetçe özgürce paylaşılabilir

22 Temmuz 2011 Cuma

Ece Ayhan-- Mor Külhani

1. Şiirimiz karadır abiler

Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

2. Şiirimiz her işi yapar abiler

Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

Dirim kısa ölüm uzundur cehennemde herhal abiler

3. Şiirimiz gül kurutur abiler

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır manavlarla Karabiga'ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler.

4. Şiirimiz erkek emzirir abiler

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir.

Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

5. Şiirimiz mor külhanidir abiler

Topağacından apartmanlarda odası bulunamaz
Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler

6. Şiirimiz kentten içeridir abiler

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla
Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?



Ece Ayhan-- Mor Külhani

21 Temmuz 2011 Perşembe

nç'ari do noşk'erite nç'ari !: LEVİATHAN'IN LÂNETİ VE KÂBUSU

nç'ari do noşk'erite nç'ari !: LEVİATHAN'IN LÂNETİ VE KÂBUSU


İsmail Güney Yılmaz'ın kaleminden etkileyici ve bir okadar da doyurucu bir yazı daha. Hayret içinde okuyun, başkası olmaz...

Sevgili Başkan, kalemine sağlık.

Göğe Bakma Durağı (Turgut Uyar)



İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
                                  Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım


Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım,
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım


Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım...

15 Temmuz 2011 Cuma

Üsküdar'a Giderken "Ofis nedir?, Ofis İnsanları"

Üsküdar'a Giderken dizisinin en güzel ve öğretici sahnelerinden ikisi. Ofis hayatını anlattıkları sahneler, çok başarılı bir sistem eleştirisi sunmaktadır.

Ofis Nedir?



Ofis İnsanı!

kandil geceleri

En çok şaşırdığım şeylerin başında, yaşam koşulları ve çağ değişirken birşeylerin hep sabit kalması geliyor sanırım... Halen kandil kutlaması yapılıyor yav...

sahi kandil'in kökenleri nereden geliyor?
Sonradan adet haline gelen bir davranıştır biçimidir. İslam peygamberi döneminde söz konusu olmayan ve kendisinden (hicret desek daha doğru olur) 3 asır sonra kimi tarikat şeyhleri tarafından uygulanmaya başlanmıştır.

Osmanlı sultanlarından II. Selim döneminde ise Cami minarelerine "kandil" asılarak kutlanmaya başlanmış, bundan dolayı da "kandil gecesi" adını almıştır.

Kuran'da kandil günü veya gecesi tarzında bir ibare olmamıştır. Sonradan adet haline gelmiş bir kutlama çeşididir.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Ülkü Tamer

Ülkü Tamer


Ülkü Tamer 20 Şubat 1937 tarihinde Gaziantep ili sınırları içerisinde dünyaya gelir. Ama yaşamı bu sınırların içerisine sığmayacak kadar geniş ve çok yönlüdür.Kendisi hem oyuncu, hem besteci, hem söz yazarı hem de edebiyatçı'dır. 1958 senesinde Robert Koleji'nden mezun olduktan sonra, İkinci Yeni şiir akımının önde gelen temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazdığı şiirler kapalı olma özelliği taşıdığından, genellikle anlaşılmaz bulunmaktadır. İkinci Yeni şiir akımının yeni bir dil ve algı yaratmak için başladıkları girişim böylelikle büyük bir başarı elde etmeyi başarmıştı. Bu akımın temsilcilerinden bazıları; Ece Ayhan, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever vs...dir.

Hepsinde ayrı bir dil, ayrı bir algı, ayrı bir tat bulmak mümkündür. 70'li yıllarda toplumsal konuları işleyen şiirlerinde artış göze çarpıyor. Bu eserlerinde de yine aynı kapalı anlam özelliğini görüyoruz. Grup Yorum'un seslendirdiği "Düşenlere" adlı şarkının söz yazarı Ülkü Tamer'dir. Grup Yorum seslendirince verilmek istenen mesaj kendiliğinden netleşmekte olsa da bu şiirinde de anlamsal derinlik ön plandadır. Yine Ahmet Kaya'nın seslendirdiği "gül dikeni" ve "üşür ölüm bile" şarkılarının da söz yazarıdır. Bu iirlerde toplumsal olaylar karşısındaki tavrını net olarak görmekteyiz.

1- Grup Yorum'un seslendirdiği şarkıyı dinlemek ve şiirin sözlerini okumak için aşağıdaki linki kullanın.

http://saimbalkaya.blogspot.com/2011/07/grup-yorum-dusenlere-siir-ulku-tamer.html

2- Yazarın bazı şirlerini okumak ve yaptığı çeviri eserleri görmek için aşağıdaki linki kullanın.

http://siir.gen.tr/siir/u/ulku_tamer/index.html

3- Ülkü Tamer'le ilgili kısa bilgi almak için aşağıdaki linki kullanın.

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Clk%C3%BC_Tamer

4- Haluk Bilginer'in "Güneşin Oğlu" filmindeki unutulmaz sahnesi "KONUŞMA" şiirini okumak ve ilgili videoyu izlemek için aşağıdaki linki kullanın.

http://saimbalkaya.blogspot.com/2011/07/haluk-bilginer-gunesin-oglu-film.html

8 Temmuz 2011 Cuma

Haluk Bilginer- Güneşin Oğlu (film) - Konuşma Şiiri (Şair: Ülkü Tamer)



Şiir: KONUŞMA - Ülkü Tamer


Aman kendini asmış 100 kiloluk bir zenci
Üstelik gece inmiş ses gelmiyor kümesten
Ben olsam utanırım bu ne biçim öğrenci
Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten

İyi nişan alırdı kendini asan zenci
Bira içmez ağlardı babası değirmenci
Sizden iyi olmasın boşanmada birinci
Çok canım sıkılıyo kuş vuralım istersen.

Grup Yorum - Düşenlere (şiir: Ülkü Tamer)



Grup Yorum - Düşenlere
(Ülkü Tamer - Ağıt)

Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında

Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında

Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda

Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateştir
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında

Bayrak olur bize yarın
Rüzgârıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında