Daha önce referandum sürecini "evet-hayır" zıtlaşması üzerinden değerlendirmeye çalışmış, neden evet ya da hayır demeyeceğimi açıklamaya gayret etmiştim.
Bugünkü yazıda ise referandum sürecinin sonunda karşımıza çıkan süreci, kendi süzgecimden geçirerek aktarmaya çalışacağım.
Evet ya da Hayır seçeneklerini destekleyenler, her biri yalnızca kendi düşüncesine odaklandığı için bir diğeri hakkında yeterinde bilgi sahibi olamadılar. Olaylara taraflı ve düşmanca yaklaşmak sorunu anlaşılmaktan uzaklaştırdı ve içinden çıkılmaz bir hale soktu. Bu sebeple "evet-hayır" seçeneklerini tercih etmeyen biri olarak, dışarıdan yönelteceğim eleştirilerle bu süreci her iki taraf için de anlaşılır kılmak için çabalayacağım.
Öncelikle diğer yazılarımdaki sıralamaya uygun olması bakımında "evet" seçeneğini inceleyelim. Evet'çiler için yazdığım yazıda, samimi olmadıklarını, samimi olmaları halinde yapmayı vaad ettikleri değişikliklerin aslında yapılması gereken değişiklikler olduğunu ifade etmiştim. Şimdi baktığımızda içerikten ziyade reklam çalışmalarının ve muhalefetin olayı kişiselleştirmesinin bir sonucu olarak "evet" oranlarında hiç beklenmeyen bir artış ortaya çıktı. Bunun sebebi bana öyle geliyor ki, muhalefet partilerinin bunu bir güvenoyu sınamasına çevirmeleri olmuştur.
Zira Tayyip Erdoğan ve AKP karşıtlığı üzerinden yürütülen kampanyalar, alternatif sunamayan muhalefetin söylemlerinin havada asılı kalmasına ve halkı ikna edememesine yol açtı. Kişiler ya da karizmatik liderler her zaman hedef haline getirilirler, ancak bu onların karizmalarının artması dışında bir işe yaramaz. Tayyip Erdoğan hakkında çok eskiden beri yürütülen kampanyaların varlığı, bu zatın halkın hafızasına sinen bir biçimde etki etmesine sebep olmuştur. Ve yapacağım dediği her şeye muhalefetin karşı çıkması, vatandaş nezdinde çok da hoş karşılanmamış anlaşılan.
Tayyip Erdoğan üstü açık veya muhalefetin söylediği gibi üstü kapalı bir biçimde halk oylamasına sunduğu maddeleri, oyunu istediği vatandaşa açıklamayı başarmış gibi. Ya da kendisi üzerine oynayan muhalefeti daha da kışkırtarak popülaritesini arttırmış görünüyor. Bu gidişat yerel ya da genel seçimlerde de aynı şekilde devam edecektir gibi geliyor. Eğer Muhalefet gerçek anlamda alternatif projeler geliştirip, halkın karşısına "bunu, bunu, bunu, şöyle, şöyle,şöyle yapacağız" diye çıkmazsa AKP ve Tayyip Erdoğan daha birçok meydan savaşını zorlanmadan kazanacaktır.
% 58 evet oranı hükümetin halktan ciddi bir destek aldığını gösteriyor. %42 hayır oranı ise, proje ortaya koyamayan muhalefetin ıkınarak çıkardığı bir sonuç gibi görünüyor. Yoksa alternatiflerin yarıştığı bir şeçimde bu kadar farkın çıkması beklenmemeli.
Hayır cephesine gelelim.
Bütün gazeteler ve köşe yazılarında Hayır oylarının oranının büyük oranda Kemal Kılıçdaroğlu' nun karizmasına bağlı olduğu yazılıyor. Burada açıkça MHP' nin bu oylamada "dış kapının mandalı" konumunda algılandığını gösteriyor. Kılıçdaroğlu çok çalıştı, çok mitingler yaptı, bazen aynı gün içerisinde farklı şehirlerde 4 miting gerçekleştirdi. Büyük bir performans gösterdi elbette ve kendisinin genel başkanlık koltuğuna oturduğu günden itibaren sürekli artan karizması büyük oranda bu performansa yansıdı. %42 oranının çıkmasında büyük bir paya sahip oldu haklı olarak. Ancak konuşmalarında çok fazla konuya sembolik olarak değinmesi, altını doldurmadan dokunarak geçmesi, alternatif bir program ve projeden yoksun olması ve en önemlisi referandumu Tayyip Erdoğan'a karşı bir meydan savaşına dönüştürmesi, oranların böyle farklı olmasına yol açtı.
Bu yaptıkları yanlışlarıydı. Doğru yaptığı tek şey söylemlerin Milliyetçi ve soyut kavramlardan arındırılıp daha gündelik ve gerçekçi söylemlere dönüştürülmesi oldu. Konuşmalarda ekonomik sorunlar, sağlık sorunları ön plana çıkarıldı, eşitlik ve kardeşlik mesajları verildi. Statükoyu aştıkları söylenemez elbette, ama bu söylem değişikliği Baykal dönemine göre oldukça köklü değişiklikler anlamına geliyor. Velhasılıkelam yapılan bu manevralar, yanlışların yanında oldukça güdük kaldı ve sonuca böyle yansıdı.
Bir de referandum'un bir diğer cephesi vardı, "BOYKOT"...
Boykot tavrı hem evet hem de hayır'cılar tarafından boş bir eylem olarak görüldü. Vatandaşlık görevi oy kullanmaya indirgendi, insanların 3. bir seçeneği seçmesine kaybedilecek oy ve sarsılacak sistem meşruluğu sebebiyle karşı çıkıldı. Ancak görülen o ki, ülke genelinde referanduma katılım %77 oranında. Bir başka deyişle, boykot edenlerin oranı % 23...
Yapılan hesaplar % 77 üzerinden alınan %'lik dilimleri yansıtmaktadır. Yani 100 kişden 77 si oy kullanmaya gitmiş, bunların (77'nin) %58'i evet demiş, %42 si hayır demiş. Yani 50.000.000 kişinin sandığa gideceğini hesaba katarsak, 38.500.000 kişi oy kullanmış, bunun % 58'i yani 22.380.00 kişisi "evet" demiş, % 42'si yani 16.170.000'i "hayır" demiş. kalan kişi sayısı ise 11.500.000 oluyor ki bu sayı azımsanmayacak kadar çok oluyor "boykot" edip sandığa gitmemiş.
Güney Doğu ve Doğu'da BDP'nin çağrısı önemli yankı bulmuş durumda. Birçok ilde referanduma katılım sembolik denecek kadar az. Örneğin; Hakkari'de bu oran % 6. yani 100 kişiden yalnızda 6'sı sandığa gitmiş, 94 kişi boykot etmiş. Diyarbakır'da katılım %35 civarlarında yani %65 boykot... Bu liste bölge illerinde bu şekilde. Yerel seçimlerdeki tabloya benzer bir şekilde BDP ve CHP'nin oylarını koruduğu, kitlesini yönlendirebildiği görüldü. MHP ise tabanının AKP tarafına kaymasına engel olamadı. Bu sebeple partisinin 1. olduğu yerlerin bir çoğunu "Evet" rüzgarı kasıp kavurdu.
Anlamlandıradığım bir nokta da "Hayır" diyen CHP'lilerin Boykot edenlere karşı yönelttikleri işbirlikçi eleştirisi. Bu eleştirinin ilertutar bir yanı yok. Hala statükoyu devam ettirip insanları kalıplara sokma arayışının bir ifadesidir ancak bu. Boykot edenler, eğer boykot etmeselermiş oyları "evet" olacakmış zaten. Yani?!. İlle de Hayır mı demek gerekiyor yani, bu mu demokrasi? Bu düşünceyi savunan insanların bir an önce siyasal kuramlar hakkında bilgi edinmelerinin elzem olduğu görüşündeyim.
Ayrıca BDP dışında boykot edenler de vardı referandumu, tıpkı CHP dışında "Hayır" diyen solcuların da olduğu gibi... BDP eğer istekleri kabul edilirse referanduma evet diyeceğini açıkça söylemişlerdi zaten. Adamlar gizliden iş yapmıyor. Ben hayır diyeceğim deyip boykot ediyorum demediler yani. Bu sebeple BDP kendi politikası gereği bir tercih yaptı ve bölgesinde büyük bir destek alarak 3. seçeneğin meşruluğunu sağladı. CHP'lilerin neden evet Doğu ve Güney Doğu'da bu kadar yüksek çıktı demek yerine bir an önce, Neden buralarda Hayır oranları bu kadar düşük çıktı diye düşünmesi lazım. Demek ki Kürt sorunu noktasında gerçekçi bir projeye sahip değiliz, demek ki bölgenin ekonomik kalkınması için yerel otoritelerle ilişki içerisinde değiliz, demek ki bölge halkına herhangi bir şey vaat edemiyoruz diye düşünmeliler. Şapkasını çıkarıp önüne koyması gerekir ana muhalefetin..
Yazıyı noktalamanın zamanı geldi. Tahmini sayısal verilerle yaptığım hesaba göre, "evet" oldukça büyük bir fark atmış durumda. hayır'cılar hayırlara vesile olmadılar kendi açılarından, fakat referandumun 2. galibi kesinlikle Boykot cephesi oldu. İlerleyen dönemlerde Kürt sorunuyla ilgili konularda BDP'nin muhattap alınmasının meşruluğunu sağladılar böylece... Sırada Genel Seçim ve bu arefede çözülmeyi bekleyen ciddi sorunlar var. Hükümet yapacağım dediklerini bir bir yapmalı ki kendine olan güven devam edebilsin. Bu baskı onları hata yapmaya da itebilir elbet, ancak genel seçimlerde başarılı olması bu vaatleri gerçekleştirmesine bağlı. Muhalefet de alternatif projeler geliştirip tercih nedeni olmaya çaba göstermeli. Kuru gürültüye papuç bırakılmadığını görmüş olduk. Boykot eden BDP seçmenine güven vermiş durumda, zafer sarhoşluğu içerisindeler. Bu rehaveti üzerlerinden atıp önlerindeki maça odaklanmalılar. hoş genel seçimlerde büyük oranda aynı tabloyu yakalayacaklardır ancak hükümet attığı adımlarla bölgeden destek koparmayı başarıyor, bunu engellemek için çok çalışmalılar.
Olaya bir de bu taraftan bakın isterim. İsterim ki kuru ve kişisel düşmanlıklar yerine siyasal alternatifler yarışsın, ülkemde insanlar bilinçsizleştirildiklerinin ve sadece sistemin meşruluğu için kendilerine ihtiyaç duyulduğunun ayırdına varsın. İsterim ki insanın insan tarafında sömürülmediği insanca bir sistem kurulsun, ve isterim ki bütün bunların zorlu olduğunun fakat mutlaka olması gerektiğinin farkına varılsın.
kalın sağlıcakla...
Saim Balkaya