Geçenlerde referandum konusunda evet diyenleri eleştirmiş, daha sonra ise "hayır"cıları eleştireceğimi söylemiştim.
"hayır'da hayır vardır" ya da "doğrusu hayır" gibi kelime oyunlarının arkasında nasıl bir siyasal duruş barınmakta, bu siyasi duruş ne kadar gerçekçi ve ne kadar halkın isteklerine cevap verebilir? Konunun etrafında döneceği çember budur.
Öncelikle belirtmekte fayda gördüğüm bir ayrıntı söz konusu. Ki bu ayrıntı aslında "Hayır" diyen CHP'nin son dönemlerde yaşadığı değişimler ve bu değişimin parti pratiklerinde ya da söylemlerinde meydana getirdiği değişikliklerdir. Yakın bir dönemde Baykal döneminin sona ermesi ve parti teşkilatında yaşanan "baykalcı" tasfiyelerinden sonra, rotasını Ecevit döneminde olduğu gibi "sol"'a kıran bir CHP karşımıza çıkmaktadır. Bu sayede CHP'de yaşanan söylem değişikliğinin temelini oluşturan "zihniyet" değişikliği gibi algılanan bu durumun şüpheli olmasını, söylemlerin bir kısmının halen devam etmesinden anlayabiliyoruz. Nedir bu söylemler ve Kılıçdaroğlu ne kadar samimi olabilir? kafamı kurcalayan 2. nokta bu. Evetçileri eleştiriken üzerinde durduğum konuların başında bu "samimiyet" sorunu gelmekteydi. Değişen birşey olmadı, şimdi bu "samimiyet" sorununu CHP yönüyle sorgulayacağım.
Deniz Baykal döneminde Kürt sorununu "terör" sorunu olarak nitekeyen zihniyette bir değişiklik olmuş gibi görünmüyor, politikalar halen "PKK" nin Kürt halkından tecrit edilmesi üzerine kuruluyor. Ancak işin ironik yanı bu siyasi gelenek Kürt halkının varlığını kabul etmeyen, Kürtçenin bir dil olmadığını dahi söyleyecek kadar ileri gidebilmiş bir temele oturmaktadır. Ki bu durum "neden CHP Doğu ve G. Doğu'dan oy alamıyor" sorusunun cevabını teşkil ediyor. Fakat bu ayrı bir konu olduğu için daha fazla üzerinde durmayacağım.
Fakat geçen zamana karşın hala bu söylemlerde bir ilerleme sağlanmış değil gibi. Hala "Militarizm" çığlıkları atıp "darbe" savunuculuğu yapabilecek kadar yerlerinde sayan bir geleneği görüyoruz. Baykal döneminde sırf muhalefet olsun diye muhalefet yapma görüntüsü ise artık yerini biraz daha halktan yana söylemlere bırakmaya başladı. Bu değişim zannedersem CHP'nin yeniden "ortanın solu" olmaktan çıkıp "sol" olduğunu iddia etme çabasıdır. Ne zaman ülkede "sol" söylem güçlense CHP sübap görevi yapıp bu tepkiyi kendi tarafına kanalize edebiliyor. Yıllarca "solcu" olarak tanıtılan "Ecevit"in " benim bu ülkeye en büyük hizmetim, kominizmin gelmesini engellemiş olmamdır" demesinde bu durum açıkça itiraf edilmiştir.
Bu son örnek ise samimiyet sorgulamamızın temelini teşkil edecektir. Son dönem söylemlere dikkat edersek daha demokratik ve halkçı söylemlere şahit oluruz. Yıllardır arkadaş çevremde yaptığım ve hatta CHP siyasetini terk etmemi ve olgunlaşmamı sağlayan "CHP işçilerin ve emekçilerin haklarını savunmuyor, nasıl olur da ilçe başkanı bir taşeron olabilir" sorgulaması, sanırım tabandan gelen bir baskı olarak tepenin değişimine yol açmış olmalı. Ben söyledim oldu demek değil bu, ben bu eksikliği gördüm ve değiştiremeyeceğimi çünkü teşkilat yapısının hiç de söylendiği gibi demokratik olmadığının farkına vardım. Bu tarz bir teşkilatlanmada yer almak ise kendi görüşüme ve işçi kesimine ihanet olacaktır diye düşünüp uzaklaşmayı ve devrimci siyasete yönelmeyi tercih etmiştim. Benim gibi düşünen insanların çoğu Kılıçdaroğlu başa geçtiği andan itibaren CHP'nin değişmiş olduğuna inanmış, statükonun kırıldığına ve demokratik bir yapıya kavuşulduğunu düşünüp geri dönmüştür. Bunlar başımdan geçen kişisel rahatsızlıklardır ve siyasi tercihimi belirleyen gerçek sebeplerdir.
Halk partisi ismini taşıyıp bu iddiada bulunan bir partinin, kendine ilke ve amaç edindiği altı (6) ok, sayısı giderek düşürülmüş ve tektip düşünen bir siyasi hayatın oluşmasına yol açmıştır. Bu da kesin olarak programa ve söylemlere yansımış, halkçı olması gereken "Halk" partisi halktan uzaklaşmayı tercih etmiştir. İşçi haklarının korunması noktasında uzunca bir zaman uzaktan seyretmekle yetinmiş ancak AKP başa geçtikten sonra kaybettiği bu alanı yeniden kazanmak amacıyla harekete geçmiştir. Bundan ötürü her işçi eyleminde mutlaka bir CHP'li vekili görürüz. Bu pastadan pay kapma telaşıyla yapılan bir hamle olarak gözükmektedir bana, bu sebeple hiç de samimi gelmemektedir. Bunun sebebi ise işçilerle ilgili konularla ilgilenen teşkilat yapılanmasının başına bir fabrikatörü getirmeleridir. işçi haklarını savunacak noktaya siz işçi temsilcisi getirmek yerine gidip bir işvereni getirirseniz size "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" demezler mi? demiyor çoğu kişi ama ben diyorum.
Kürt sorununda ise yıllardır savunulan ihma ve inkar politikaları askerle paralel olarak sürdürülmektedir. Hatta Askerin yanlışlarını farkedip geri adım atmasına dahi MHP'liler gibi karşı çıkmayı görevi biliyor arkadaşlar. Kılıçdaroğlu Tunceli "Dersim" kökenli olmak sanki ayıpmış gibi, "ben nevşehir kökenliyim" demeyi tercih ediyor. Bu "soy, boy" tartışmalarını başlatan söylemdi hatırlarsanız. CHP kürt sorunu konusunda hiçbir ilerici adım atmıyor halen 1990'lı yıllarda hazırladığı raporun arkasına gizlenerek bugünkü siyasi durumunu gizlemeye çalışıyor.
6 adet olan okun sadece Milliyetçilik ve (sözde) Laiklik olanını savunarak ikiye indirip, gerçeklerle ilgilenmeyen, sadece soyut kavramlarla uğraşıp dikkat dağıtan bir görüntü meydana getiriyor. Halkçılık, devletçilik ve devrimcilik ilkeleri terkedilmiş durumda beklemektedir. CHP son dönemlerde yaptığı söylem değişikliğiyle bu eksik okların boşluğunu doldurmaya çabalıyor. Devletçilik gibi diğer ilkeler kuru söylemlerle destekleniyor şimdilik, umarım iktidar olma durumunda bu ilkeleri hayata geçirebilirler. Ama dediğim gibi her zaman olduğu gibi "sol'un güçlendiği" bir zamanda bu söylem değişikliği yeni bir sübat vasifesi almak anlamına geliyor. Bu sebeple bana hiç ama hiç samimi gelmiyor bu söylemler. Hiçbiri "Ecevit" kadar ilerici olamazlar söylemler noktasında, ama onun övündüğü meseleyi yukarıda belirtmiştim. Ondan daha ilericisi ne olur bilemiyorum, Kılıçdaroğlu da acaba yıllar sonra "benim en büyük hizmetim ülkede sol hareketlerin yeniden güçlenmesini engellemektir" der mi? Dememesi için şuan hiçbir sebep göremiyorum. Pratiğe geçirilmeyen söylemler, söylem olmaktan ileri gidemez.
Ülkenin en önemli sorunu ve kanayan yarısı olan Kürt sorunu ve İşçilerin haklarının ihlali meselesinde "kürt" nüfusunu büyük şehirlerde yedek işçi gücü olarak barındıran sistem içerisinde CHP bu insanların oylarını kazanmak için ne gibi bir hamle yapacak acaba? ya da böyle bir derdi var mı? yoksa büyükşehirlerde ve Dou'da kaybetmesine sebep olan bu sorun hakkında bir adım atmayacak mı? CHP "halk" partisi olma söylemini hayata geçirmek istiyorsa Kürt halkının kültürel ve ekonomik hak mücadelesini desteklemeli, işçi sendikalarıyla senkronize hareket edip, sendikaların, TÜSİAD ya da MÜSİAD'dan önce başvurulması gereken merciler olduğunu kavramalı. Bunu dışında elitist üstten bakan anlayıştan uzaklaşmalı, türban sorununa "üstü kapalı (SİYASİ)" değinmek yerine, bilimsel temellere dayalı nesnel açıklamalar getirmeli. Söylemlerinin havada asılı kalmaması için bunları yapmalı.
Ancak CHP siyaseti bu kadar esnek bir yapıya sahip değil, o sebeple bunları gerçekleştirecek atılımı yapabileceğine inanmıyorum.
CHP-AKP zıtlaşması ya da kutuplaşmasına da kısaca değinmek istiyorum.
Herkesin birlidiği gibi CHP Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu partisidir. O zamanki adı Cuhuriyet Halk Fırkası'dır. Ve o zaman AKP yoktur henüz ama sadece fiziki olarak. Çünkü kimse Mustafa Kemal'in karizması karşısında dayanabilecek güce sahip değildir. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde her iki grubun da temsilcileri vardır o dönemden önce. Ve bu iki grup her zaman birbirlerine düşmanlık etmiş ve karşılıklı iktidar mücadelesine girişmişlerdir. Cumhuriyet'in ilk zamanlarında tek parti diktası dışında yalnızca 1 defa CHP tek başına iktidara gelebilmiştir. Onun dışındaki tüm seçimleri ya tek başına iktidar olarak ya da iktidar ortağı olarak Adnan Menderes geleneğinin temsilcileri kazanmışlardır. ve bu mücadele en çok da böyle dönemlerde açıkça görülmektedir. Mendereslerin asılması olayının sorumlusu olan askeri darbe (1960) o eski hesabı ve geleneği sürdürmek istiyordu. 1970 darbesi ise ona karşı yapılan bir darbeydi. Darbeye karşı darbeyle cevap veriliyordu. 1970 darbesinden sonra 1980 darbesiyle birlikte artık devletin gidişatı, Laik yönden Türk-İslam sentezi yönüne kaydırılıyordu. Bu gidişat bugünümüze ise AKP'nin temsilcisi olduğu geleneğin neden bu kadar güçlü olduğunun göstergesidir. AKP aslında 100 yıllık bir kavganın kendi payına düşen raundunu temsil ediyor. Özal döneminde devletçiliğin terkedilip "Liberal" ekonomiye geçişin başlaması, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan koalisyonlarında ise bunların perçinlenmesi ve İmam-Hatip liselerinin açılması. Ülkenin her yanında Camilerin yapılmaya başlanması bu dönemlere denk gelmektedir. Avrupa Birliği ve Dünya Bankasından 90'lı yıllar boyunca alınan tüm krediler Camii yapımına harcanmıştı, adeta "laik" politikadan intikam alınıyordu.
Söylemek istediğim aslında CHP-AKP ayrılığı ya da kavgası tarihsel olarak 100 yılı aşkın bir süredir süren İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisindeki kavgalardır. Bu kavganın tarafı olmak ise ülke politikasını aslında tek bir zihniyetin yönetmesine olanak sağlamak anlamına geliyor. AKP ne kadar "sol"sa CHP de o kada "sol"dur kısacası. Söylemlere takılmamak gerekir, yoksa MHP'nin milliyetçi söylemlerinin dışında kalan söylemleri hepsinden daha ilerici sayılabilir ya da Hitler'in...
CHP de en az AKP kadar tutarsız ve samimiyetsiz gelmektedir bana. Bu sebeple oyum "hayır" da olmayacak. Burdan hareketle her iki siyasi yönelime de "hayırlı işler" demek istiyorum. Aynı politikayı farklı dillerle insanlara çok iyi satıyorsunuz, gerçekten hayırlı işler...
İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisindeki hesaplaşmalar için Eric Jan Zürcher'in kitapları oldukça aydınlatıcıdır. Okumanızı tavsiye ederim. Bugünü anlamak için Tarih'ten alacak çok fazla dersimiz var.
Biraz acele kaleme alındığı için eksik kalan bir yazı oldu maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder