Öncelikle belirtmek gerekir ki; özgürlük fikrinin ortaya çıkışı rastlantısal ve sebepsiz bir durum değildir.
İnsanlar doğada herhangi bir sorumluluk duymadan özgürce yaşarken, özgürlük fikri üzerine düşünmeye başlamış olamazlar. Çünkü bir olguyla yüzleşmek için öncelikle onunla karşı karşıya gelmemiz gerekmektedir. Yok olanın farkına varmamız için var olanı bilmemiz yine tersten okuyunca, var olanın farkına varmamız için artık olmayanı bilmemiz gerekir. Yani gözlemlememiz ve bu gözlemden mantıklı çıkarımlar yapmamız gerekir. Dolayısıyla “özgürlük” fikrinin düşünülmeye başlandığı süreçleri onun olmadığı zamanlar olarak algılamamız gerekir. Tutsaklığın varlığının bilincine vardığımız an, özgürlük üzerine düşünmeye başlamış oluruz. Yani özgürlük taleplerimizi, nesnel bir tutsaklığa dayandırırız. Bu dayanak noktaları sadece nesnel olmak zorunda değil elbette. Zira düşünce tarihi nesnel bilginin keşfinden, soyut bilginin düşünülmesine doğru bir gelişme izlemiştir. Dolayısıyla soyut dayanaklar ya da sebepler ileri sürerek de bir tutsaklık sonucuna, oradan hareketle de özgür olmadığımız fikrine ulaşabiliriz.
İşin bu kısmını biraz es geçip yaşadığımız çağın, modern zamanların özgürlük sanısına değinmek gerektiği kanısındayım. Zira özgürlük ve tutsaklık kavramları modern zamanlarda birbirine karışmış deyim yerindeyse “at izi it izi” belirsizleşmiştir.
Kendimizi en özgür hissettiğimiz zamanlarda dahi bir anda farklı bir tutsaklığın esiri olduğumuzu tecrübe edebilmekteyiz. Örnek vermek gerekirse; maddi olanakların güçlü olduğu koşullarda tüketme özgürlüğümüzün varlığından bahsederiz. Dilediğimizce harcayabilir, dilediğimizce tüketebiliriz demektir bu. Dolayısıyla “tüketmek, harcamak” özgürlük kelimesinin karşılığı olmuş demektir bu koşullarda. Buraya kadar bir sakınca görülmese de asıl sıkıntı çoktan var olmuştur artık. Ve işin en acı tarafı şudur ki; modern çağın insanı bu varoluşa engel olmak gibi bir refleks içerisine girmemektedir. Tüketmek için tüketebilecek araçlar edinmeyi, bunun için de kendini (üretimi) araçsallaştırıp tüketimi amaç haline getirmeyi marifet bilmektedir. Bu varoluşların müsebbibi olan büyük firmalar insanların bu reflekssizliğinden istifade edip reklam ve çeşitli kampanyalar yoluyla insanların bu büyük çaresizliğinden faydalanmaktadırlar. Bu onların varlıklarını devam ettirebilmelerinin temel koşullarındandır. Piyasa koşulları tarafından belirlenen bir özgürlük anlayışının egemenliği altındayız ve çoğunluğun bilinci bu koşullarca belirleniyor. Hepsi verili bir toplum içinde kodlanmış bireyler olarak karşımıza çıkıyorlar. Tüm algılarını belirleyen be reflekslerini kontrol eden bu kodlar bilinç altlarına egemen olmuş durumda maalesef. Kirlenmiş zihinlerin temizlenmesi işlemi ise ironik olarak “beyin yıkama” deyiminde anlam buluyor. Beyni kirletilenlerin beynini yıkayan gönüllüler ise bu sistem tarafından dışlanıyor ve verili toplum tarafından kodlanmış bireylerce düşman olarak algılanıyor. Tıpkı bağışıklık sistemi çökmüş bünyeler gibi bilinçsizce meydana gelen bir savunma refleksiyle “beyin yıkama” işini yapanları toplumun dışına itiyorlar. Bu süreç sermaye ve piyasanın özgürlüğünün sınırlarını belirleyen düşüncelerin mimarlarınca açıktan açığa destekleniyor.
Kurtuluşu insanda ve temizlenmiş zihinlerde aramak yerine, kirletilmiş zihinlerin köhnemiş düzeninin bir parçası haline gelmek bedava sirkeden dahi tatlı hale geliyor.
Kısaca vurgulamak gerekirse sıradan bir insanın özgürlük algısını, tutsağı olduğu ve körü körüne bağlandığı toplumsal konum belirlemektedir. Bunu da piyasa koşulları belirlemektedir. Yiyeceğimiz yemekten yemeyeceğimiz yemeğe, hangi etin sağlıklı, hangi yağın sağlıksız olduğuna, ne giyip giymeyeceğimize yine bu piyasa koşulları karar veriyor.
O zaman herkesin ağzına pelesenk olmasına rağmen Özgürlük'ten söz edebilir miyiz? Bence edemeyiz. Zira belli koşullarda özgür olmamız, başka koşullarda tutsak olmamıza bağlı olarak gelişen bir durum. Bu yüzden Özgürlük fikri üzerine yine, yeni, yeniden düşünmek gerek. Hiçbir zaman güncelliğini kaybetmeyecek olan temel meselelerimizden biri olarak Özgürlük Sorunu varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder