31 Ağustos 2010 Salı

Evet! Hayır! Boykot!... (Şimdilik "evet"çilece yanıtlar)

Başlık aslında gündemin suniliğine değinmeyi amaç edinmiş bir espriden türemiştir.

Referandum laflarının ve karşıt fikirlerinin havada cirit attığı bir dönemde, kafanıza bu laflardan biri değmeden yolda yürüyemiyorsunuz. Oy kullanmayı vatandaşlık görevi olarak yeterli görenlerin çoğunluğunu oluşturduğu bu kesim, bu laf çarptırma konusunda birbirlerini aratmayacak kadar benzeşmektedirler.

Aslında, insanları sadece 2 veya 3 tercih yapmaya zorlayan ve bence çok kısıtlayıcı bir durumu ifade ediyor referandum süreci. 72 milyonun üzerinde insanın yaşadığı bir ülkede 35 milyon seçmen varken tüm bu insanların aynı düşüncede olmasını beklemek kadar zorlayıcı ve yer yer saçma geliyor bana bu 2-3 seçenekli referandum süreci.

Nedir bu seçenekler, ve bunlar birbirlerinden farklı olarak ne istemektedirler? Biraz da ona bakalım.

Evet'çilerin savunduğu düşünceleri ya da en azından referanduma reklam malzemesi olarak kullandıkları sloganik hak taleplerina göz gezdirince aslında "devlet" aygıtın olması gereken noktaya götürülmek istendiğini görüyorum ben. Bu yaptıklarının doğru olduğu ya da olmadığı anlamına gelmez. Altını dolduracağım bu sözümün.

Platon'dan bu yana tüm filozoflar "devlet" ve "insan" farklılığını felsefelerinin merkezien almış ve düşüncelerini bu eksende ve bu ikisinin ilişkileri üzerine bina etmişleridir. Platon'un çokça bilinen "devlet" kitabından, Machiavelli'nin Prens'ine, marx'ın Kapital'inden, Hungtington'un Medeniyetler çatışması , J.J. Rousseau'nun "toplum sözleşmesi" kitaplarına ve daha nicesine kadar hep "devlet" aygıtı ve "insan" ilişkileri tartışılmıştır. Bu ilişki şemalarında yöneten devlet mekanizması ve yönetilen insan teması karşılıklı bir ödev çerçevesinde birbirlerine karşı sorumlu tutulmuşlardır. Kiminde "birey"sel haklar önplana çıkartılıp "devlet" arka plana atılırken, diğer bir kesiminde bunu tam tersi yapılmıştır. Ve bu çerçevede bakıldığında görünen o ki "evet" diyenler, devlet aygıtınnı "insan" üzerindeki baskı ve kontrol mekanizmasını çözmeye çalışmaktadırlar, yani "birey"sel hak ve özgürlükleri, "devlet"e tercih etmektedirler.

Tarafsız bir bakış açısıyla bakıldığında olması gerekenin, devlet mekanizmasının insan üzerindeki baskısını en aza indirip, "devlet için halk" kavramı yerine, "halk için devlet" anlayışını yüceltmek olduğunu görürüz. Bu sebeple "evet" diyenlerin değişime destek olan söylemleri "hayır" diyen ve "devlet" aygıtının "birey" üzerindeki baskısının devam etmesini isteyenlerle temelden bir açtışmaya giriyor. Mevcut düzenin temellerine dokunmadan, dış görünüşüne çekilen bu sıvanın, doğal koşullara elbette fazla dayanacağı kanaatinde değilim.

Gelelim bu övgü olarak algılanabilecek sözlerin asıl temelini oluşturmaya ve eleştirmeye.

Marx Komünist Manifesto'nun en can alıcı ve ritminin en yükseldiği yerlerde hep burjuva'ziye övgüler yağdırmıştır. Ve gerçekten de Burjuvazi sınıfının yaptığı devrimci değişimleri hiçbir sınıf veya zümre yapamamıştır. Konumuzdan sapmadan devam edelim.

Bizim de yaptığımız bu övgü görünümündeki söylemler bu şekilde algılanmalıdır. Bu sebeple altını doldurmak gerekmektedir.

1-) AKP söylediklerinde ne kadar samimidir?

2-) Bu samimiyet kişisel hak ve özgürlükleri garanti altına almak gibi bir iddiaya sahipken nasıl olurda tam tersi gündemlerle karşı karşıya kalıyoruz?

3-) Liberal devrimci söylem, yavşaklaştırılıp içi boşaltılırken, tüm bu söylemlerin havaya sıkılan birer kuru sıkı kurşun olmadığı ne malum?!.

4-) Benim siyasi tavrımı ortaya koymama sebep olan bu ve bunun gibi soruların cevabı neden "evet" demediğimi, diğer yazımda eleştireceğim "hayır"cıların "hayır!lı işler"ini de neden "hayır" demediğimi anlamak için okunabilir. Eğer merak eden olursa tabi.

AKP ve dünyanın diğer tüm Liberal partileri söylem olarak hep "bireysel hak ve özgürlükler" sloganlarını kullanır, despotizme ve totaliterizme karşı bir başkaldırış olarak sunarlar insanlara. Bu rejimlerden muzdarip olan halk da hiçbir çıkarı olmamasına rağmen bu hareketlere karşı derin bir sempati besler, iktidar partsiyse bu hareket, halk artık onun fedaisi konumundadır demektir.

AKP'nin samimiyeti, diğer tüm liberal partilerin samimiyetiyle eşit oranda düşüktür. Sağlanacağını söyledikleri "sendikal haklar" TEKEL işçilerinin mücadelesiyle ne kadar samimi olunduğunu gösterdi. Ya da daha açık bir örnek, T. Telekom işçileri iş bırakma eylemi sebebiyle işlerinden atıldılar ve hükümetten bu olaylarla ilgili bir talep ortaya konmadı. Kaldı ki 3 yıl boyunca Taksim meydanında "1 Mayıs" işçi bayramı kutlamalarına izin vermeyen ve Gaz bombalarıyla tüm şehri "biber" gazıyla "soslayan"lar yine AKP bürokratlarıydı. 12 eylül darbecileriyle hesaplaşılsın demelerine rağmen, kendi dönemlerinde yaşanan hak gasplarının hesabını verecek durumda dahi değiller. 12 Eylül Darbe Anayasa'sını birkaç göstermelik değişiklikle kökten değiştiriyormuş yaygarası koparmak ise ne yiğitlik ne de dürüstlüktür. Sadece göz boyamaya yönelik göstermelik hamlelerdir.

Neden mi?

Çünkü anayasa değişilik paketinde "YÖK" kaldırılacak, Üniversitelere özerklik tesis edilecek denmiyor. YÖK adı geçmiyor bile. 12 Eylül darbesinin bebeği olan bu kurumun kaldırılıp Üniversiteler üzerindeki baskı ortadan kalkmadan bir demokratikleşmeden söz edilebilir mi? Ya da 12 Eylül'cülerden hesap soracağız denilebilr mi? Bal gibi de hayır!!!

Bir yandan da kişisel hak ve özgürlükler anayasal güvence altına alınacak deniliyor. Fakat aynı zamanda "dinleme" ve "fişleme" olayları devam ediyor. Hani "fişleme ayıbına dur demek için evet" sloganı vardı ya, bu ne çelişkidir? Bu ne samimiyetsizliktir. Söylenenler ve pratik uygulamalar arasında bunca temelden ayrılıklar varken nasıl olur da sağlam temeller üzerine bir anayasa inşaa edildiği safsatası savunulabilir. Kısacası AKP hiçbir söyleminde samimi davranmamaktadır. Kermalistlerin karşı çıkışlarını nesnel zemine oturtan uygulamaları olmasa bel ki samimi olabilecekleri hissine kapılabilirim ancak ortada böyle samimiyetten uzak, günü kurtarmaya yönelik siyaset yapılırken bu biraz zor görünüyor. Hatta oldukça zor...

Ve AKP ve diğer tüm Liberal hareketler, Liberalizmin "devrimci" ilkelerini ve söylemlerini bu şekilde içini boşaltarak yavşaklaştırıyor ve insanların gerçek anlamda uyanmasının önüne geçiyorlar. Yani eski rejimi reddeden fakat kurulacak "eskinin devamı rejim"e uygun "birey"ler yetiştirmek asıl amaç oluyor. Bu da "YÖK"ün tartışılmadığı ve sadece içine sızamadığı kimi kurumlara yönelik değişiklerden oluşan böyle samimiyetsiz bir anayasa önerisinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu sebeplerden ötürü ve aklıma gelmeyenlerle birlikte bu Anayasa değişiklik paketinin samimiyetsiz olduğu kanaatindeyim Bu sebeple de oyum asla "evet" olmayacaktır.

Tartışılması gereken temel konuların başında "Vatandaşlık" ve "Vatandaşlık Ödevi" kavramları gelmelidir.

Hiçbir insanın görevi, oy kullanmak gibi bir vasıfsız role indirgenmemeli. Herkes oy kullanmaın dışında da siyasi nercilerle iletişime geçebilmeli ve memnun olmadığı iktidarı "devirip" yerine kendi iktidarını kurmayı düşünebilecek kadar geniş bir ödevler silsilesine sahip olmalı. Ve vatandaşlık gibi bir olgu tutup da bir oy kullanmaya indirgenirse ne vatanın ne de vatandaşlığın bir anlamı kalmıyor. Temsili demokrasinin, doğrudan demokrasiyi imkansız kıldığı günümüz dünyasında, kitle hareketlerinin peşinde sürüklenen bilinçsiz insanların, kendilerini geliştirip bilinçli birer vatandaş olmaları lazım gelmektedir. Yoksa hem referandumun hem de hayatın yalnızca 2-3 rengi olur. Hoş tek renge göre bu durum bile daha estetik durmaktadır, ancak yine de gökuşağı gibi renkli seçenekler olmasını tercih ederdim.

Oy kullanmak demek, insanların, itilip kakılan, sömürülen, hor görülen, avam olarak aşağılanan insanların bu durumları görmezden gelerek düzen siyasetine katılması anlamına gelmektedir. Bu durum insanı oldukça edilgen bir konuma indirgemekte ve bu halinden ödün vermeden, sanki bunca kötülüğe maruz kalmıyormuş gibi, sanki özgür iradesiyle hareket ediyormuş gibi yanılmasına sebep olmaktadır.

Daha uzatılabilecek rahatsızlıklardan ötürü kimseden özür dilemeden, verdiğim rahatsızlığın huzuru içerisinde yazıya son veriyorum. "Hayır"cılar için yazacağım bölümü de ekledikten sonra "boykot" cephesine göz atacağım. Ve neden tüm bu eğilimlere karşı olduğumu ve neden "referandum" diyenlere "efendum" dediğimi de ondan sonra açıklayacağım.

Hepinize iyi geçen anlar dilerim.

"referandum"!

"efendum"?!...