7 Ağustos 2010 Cumartesi

ADALET SARAYI


Şu sıralar Kartal-Maltepe arasında Dünyanın en büyük adalet binasının yapıldığı haykırılmakta. İddiaya göre dünyanın en büyüğü bizim ülkemizde olacak. Bu durum yoldan geçerken bu onure edici tabelayla karşılaşan sıradan vatandaş için övünmeye değer bir argüman olarak algılanıyor galiba. Zira bir otobüs yolculuğu sırasında karşılaştığım bir çift bunun bir göstergesiydi. “ bak hanım, burası dünyanın en büyük adalet binası olacak”, demişti adam, karısı ise şehir gezisinde yeni bir tarihi yapı görmüş turist kadar heyecanlanmıştı.

İnsanoğlu, ait olduğu topluluk hakkında bir büyüklük ya da övünce layık olacak başka bir enstantaneyle karşılaşınca mutlu oluyor. Yalnız kanunların en fazla çıktığı dönemlerin hep, suçun en fazla olduğu dönemler olduğu göz önüne alınırsa, içinden geçtiğimiz sürecin aslında hiç de övünülecek bir yanının olmadığını anlarız.

Kanuni Sultan Süleyman Hân’a “kanuni” önadının verilmesinin sebebi, döneminde, kendinden önceki tüm hükümdarların toplamda çıkardığı kanunlardan fazlasını kendi, döneminde çıkarmış olmasıdır. Çünkü bu dönem Anadolu’nun karışık olduğu, Celali İsyanları’nın cereyan ettiği ve işlenen şuç oranının önceki dönemlere nazaran daha fazla olduğu bir dönemdir. Bu durumu düzene sokmak için Kanuni sürekli kanunlar çıkarmış ve dirliği ve düzeni sağlamaya gayret etmiştir. Ancak çağımızı o dönemle karşılaştırıp bir sonuca varmak mümkün değil, fakat suçlar arttıkça dolayısıyla suça verilecek cezayı belirleyecek yasaların da artması kaçınılmazdır. Bu da kanunların en fazla çıktığı dönemlerin, aslında suçun ve yolsuzluğun en yoğun olduğu dönemler olduğunu ortaya koymaktadır.

Gelelim adalet sarayının boyutlarına; sayısal veri vermeyeceğiz ama “dünyanın en büyük


adalet sarayı” nitelemesini hakeden bu yapının mahalli mahkemelerin (anadolu yakası) birarada olduğu bir mimariye sahip olmasından ötürü bu sıfatı hakettiğini söylemek sanırım yüzeyselcilik olur. O sebeple Kanuni dönemini hatırlayarak bir daha bakacak olursak ve hapishanelerin kontenjanlarını doldurduğunu ve taştığını da gözden kaçırmazsak, aslında dünyanın en fazla suç işlenen ülkesi olduğumuzu haykırmış olmuyor muyuz bu yapıyla?

Burada bu yapının Adalet Sarayı değil de “Saray’ın Adaleti”ni temsil ettiğini göremez miyiz?

Göz altında işkence edilerek öldürülen Engin Çeber’i unutmuş olamayız. Hapishanelerde işkence iddiaları havalarda uçuşurken, AB temsilcilerin raporları işkenceleri belgelerken, rüşvetin toplumun kanına işlediğini görerek, zehirli varillerin halkın yaşadığı mahallelerin yakınına gömüldüğünü hatırlayarak, çocukların ucuz işgücü olarak kullanıldığnı ve cinsel ve fiziki sömürüye maruz kaldıklarını , kadınların cinsel meta haline getirilip, devlet belgesiyle erkeklere pazarlandığını, sokak ortasında insanların linç edildiğini, işçilerin, üretim maliyetini azaltmak için güvenlik önlemi alınmadan çalıştırıldığı ve hergün onlarca işçinin öldüğünü görünce,ve tüm bunları sorgulayınca gerçekten de “adalet” kavramını sargulayıp, “adalet sarayı” yerine “sarayın adaleti” demek daha doğru oluyor.

Hapishaneleri dolduracak insanların bir bölümünün de Kredi kartı borcundan kaynaklı suçlardan içeri gireceklerini ve her kriz döneminde suça karşıma oranının arttığını gözönüne alırsak, adalet’in mülkün temeli olmadığını tam tersine mülkün adaletin temelini oluşturduğunu farkedeceğiz. Bu da bize “adalet sarayı” değil de “sarayın adaleti” kavramını daha anlaşılır kılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder